Okuma Atlasları, birbirine göndermeler yaparak, seçtiği ana alanlarda (Tarih,Sanat,Felsefe) bir harita oluşturmaya çalışıyor. Aslında yapılan, bireysel bir anlama çabasının blog yoluyla dışarıya açılmasından, paylaşılmasından ibaret. Bir yandan da kamuya açılmanın sorumluluğu içinde, kişisel yorumları kendine saklayarak, seçilmiş metinler ile yoluna devam ediyor. Bu kadar farklı ve uzmanlık gerektiren alana açılmanın cesaretinin arkasında bu anlayış yatıyor. Sanıyorum Klasik Batı müziği sayfaları ve aşağıda paylaşacağım Klasik Türk Müziği bilgisini bu bağlamda görmek konu uzmanı okuyucu için kabul edilebilir bir mazerettir.
Doğu Batı karşılaşmasında müziğin de, aşırı yorum olarak kabul edeceğimiz anlamlar ve değer yargısı yüklü yaklaşımlar ile toplumu çözümlemek ve nitelemek için kullanılması oldukça tartışmaya açıktır. (Aşağıdaki metin kısmen bu duruma örnek gösterilebilir)
Geç Osmanlı ve erken Cumhuriyet dönemi düşünürlerinin Osmanlı Klasik musikisine yaklaşımlarında ve uygulamalardaki aşırılıklar daha sonra düzeltilmiştir. B.Berksan
Önyargısız bir eleştirmenin Şark müziğinin de kendi çapında incelik ve güzellikler içerdiğini kabullenmesi gerekir. Bir İtalyan ya da Fransız kulağının bu güzellikleri ancak uzun ve zahmetli bir alıştırma süreci sonucunda algılayabileceği de doğrudur elbette. Ama aynı şeyi bizim müziğimizi dinlemeye yeltenen bir Şarklı için de söyleyebiliriz. Bir Lulli ya da Tartini’nin uyumlu bestelerine tamamen ilgisiz kalırken, meşhur Cantemir’in bir havası onları âdeta vecde getirebiliyor. Bunun için onlara karşı çıkıp zevksizlikle suçlamak mı gerekir?
Her insan, içine doğduğu iklimin, atmosferin, havanın etkisiyle değişik eğilimler ve izlenimler edinir; bunun sonucu olarak da belli bir biçimde algılar, düşünür, yargılar ve hareket eder. Aynı ülkenin tüm fertleri, bir tablonun renk nüanslarına benzer küçük farklılıklar dışında, aynı beğeniye sahiptirler. Beğeniyi, ince bir ayırd etme yetisi, titiz bir duygu, bir zihinsel özen olarak tanımladığımızda, istesek de istemesek de bir ulusal beğeni kalıbını kast etmekteyiz. Bu tanımın çeşitli ulusların beğenilerinin karşılaştırılmalarında yeterli olamayacağı açıktır. Fransız beğenisi İtalyan’dan, İtalyan Almandan, Alman da İngiliz beğenisinden her bakımdan farklıdır. Oysa bunların her biri “gerçek” beğeniyi temsil ettiği savını ileri sürer. Karar vermek için hiçbir ülkeye ait olmamak, yeryüzünün dört bucağının hiçbirinde doğmamış olmak gerekir. Ancak, güzeli çirkinden, akla uygun olanı da olmayandan ayırt etmek için tüm insanlara ortak bazı aydınlatıcı kural ve bilgiler bulunduğu ileri sürülebilir. Bu itirazın mutlak ve bağımsız gerçekler konusunda geçerli olduğunu kabul ederim. Ancak, birçok şeyin gerçekliği ya da güzelliği göreli veya keyfî değil midir? Kişilerin birbirine zıt fikirlerinin tümünün doğru olması mümkün müdür? İlâhî ışığın bir parçası olan akıl bütün yaratıklarda (insanlarda) aynı mıdır? Yoksa, esiri olduğu bedenin tüm algılarına bağımlı olup, dışarıdan gelen algıların otomatik olarak nakşedildiği bir tabula rasa’ya mı benzer? Elbette öyledir. Nesnelere bakıştaki farklılık fikirlerde farklılaşmaya yol açtığı gibi, bakış açılarındaki yerleşik alışkanlıklar bazı fikirleri benimsemeyi kolaylaştırır.
….
Genel olarak Şark müziğinin içli ve dokunaklı olduğu
söylenebilir. Asya’nın ruhuna uygun olarak cansız ve gevşektir. Onda bizim
müziğimizin hızıyla hayatiyetini bulamazsınız. Şark müziğinin bizce en büyük
kusuru monotonluğudur. Oysa müzik her türlü izlenimi yaratabilip tüm duyguları
harekete geçirebilmelidir. Şark müziğine egemen olan tekdüzelik ise buna
engeldir. Bu müzik bir tek duygumuzu harekete geçirir; benliğimizin bir bölümü
ona âdeta yabancı kalır. Şark müziği özellikle kromatik diziyi kullanır. Dolayısıyla
da belki tüm müziklerden daha derin, duygulu ve dokunaklıdır. Ancak bu duygu,
müziğin uyandırabileceği binlerce duygudan yalnızca biridir. Değişmediği
takdirde de zamanla baygınlık ve iç sıkıntısına dönüşür.
Charles Fonton (1725-1795?) ‘Şark Musikisi Hakkında Deneme’1751 Alıntı: Musikiden Müziğe Osmanlı Türk Müziği, Cem Behar, YKY
Bu kendi iradesiyle yahut medeniyetinin terbiyesiyle silinmiş çehreyi sonsuz itişlerle geriye doğru götürerek ondan bir Aziz Dede, bir Zekai Dede, bir İsmail Dede, bir Hafız Post, bir Itri, bir Sadullah Ağa, bir Basmacızade, bir Kömürcü Hafız, bir Murad Ağa, hatta bir Abdülkadir-i Müragi, hulasa bizim bir tarafımızı, belki en zengin his tarafımızı yapan insanların hepsini çıkarmak mümkündü. Onlar bir kile buğdayın içinde tek bir tane olarak yaşamayı seven insanlardı. Hiçbir azdırıcı ile kendilerini çıldırtmamışlar, saf bir idealin etrafında, içlerindeki hayatın henüz uyanmış mahmur günlerinden yığın yığın baharlar açmakla kalmışlar, sanatlarını bir benliğin behemehal ikrar vasıtası olarak değil, büyük bütünde kaybolmanın tek yolu tanımışlardı. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur
Bugün "Klasik Türk müziği » veya « Türk sanat müziği
» diye adlandırılan geleneksel Türk müziğinin (Osmanlılar, Muzikayı Hümayun
kuruluncaya kadar, bu sanata sadece musiki demişlerdir; Saray Bandosu'nun
kurulmasından sonra ülkeye farklı bir müziğin girmesiyle bu ata sanatına özel
bir ad bulma ihtiyacı duyulmuştur) kökenleri, hemen hemen bütün Osmanlı
kurumlan ve sanat üsluplarının tersine, Selçuklularda veya Anadolu
beyliklerinde değil, Abbasî, Celayirli ve Timurlu saraylarındadır. Abbasî sarayında IX. yüzyılda büyük gelişme göstermeye başlayan müzik, sonradan Batılı müzik tarihçileri tarafından « İslam müziği » diye adlandırılmıştır. « Etnomüzikoloji »nin gelişmesine paralel olarak, Batılılar bugün İran, Türk ve Arap müziklerini genellikle ayrı ayrı ele almakla birlikte, bütün İslam ülkelerindeki, özellikle de Ortadoğu ülkelerindeki müziği, aynı sanatın değişik görünüşleri sayma alışkanlığı da bazı müzikologlar tarafından sürdürülmektedir. Bu müzikte pentatonik Orta Asya müziğinin payını tespit etmek oldukça güçtür. Çünkü, bugün Ortadoğu ülkelerinin sanat müziklerinde, pentatonizmin hemen hemen hiçbir belirtisine rastlanmaz; sadece bazı Türk halk müziği parçalarında, kökenlerinin Orta Asya pentatonizmi olabileceğini düşündüren, gamın bir derecesinin atlanmasıyla oluşmuş geniş aralıklar vardır. Bu nedenle, klasik Türk müziğinin tarihöncesini Orta
Asya'da değil, Ortadoğu’da aramak gerekir. Gerçekten de, Ortadoğu’ya özgü
birçok çalgının (ud, ney, hatta Orta Asya Türklerinin kopuzundan türediği
söylenen bağlama veya tambura...) benzerlerini Mezopotamya ve Eski Mısır
kabartmalarında, heykellerinde veya resimlerinde görmek mümkündür. İslam müziği içinde Türklerin payını tespit etmek de güçtür; ama İranlıların ve onlar aracılığıyla Yunanlıların önemli payları bulunduğunu biliyoruz. Denebilir ki, İslam müziği eski İran müziğine, Arap, Yunan (kuramsal) ve belki Bizans unsurlarının eklenmesiyle oluşmuştur. Türkler, Abbasîler döneminde İslâmı benimseyip Bağdat’taki bilim ve sanat etkinliklerine katılmaya başladığında, bu müzik, özü bakımından kıvamını bulmuş durumdaydı. Ama, kurama veya besteci olarak, en ünlü İslam müzisyenleri Türklerden çıkmıştır: Farabî (870-950), Safiyüddin Urmevî (öl. 1294), Abdülkadir Meragî (1350/ 1360-1435), Golam Şadi (XV.-XVI. yy). Bağdat sarayından sonra Ortadoğu’da müzik en parlak dönemlerini Celayirli başkenti Tebriz'de, Timurlu başkenti Semerkand’da ve Timurlu hükümdarı Hüseyin Baykara’nın (1438-1506) Herat'taki sarayında yaşadı. Fikret Karakaya, Thema Larousse |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder