Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Erken Osmanlı Mimarisi: Diğer Yapılar

Medreseler
Diğer değişik amaçlı yapılarda olduğu gibi, Erken Osmanlı dönemi medreseleri de geçmiş deneylerden önemli ölçüde yararlanmıştır. Ancak Selçuklu medreselerinin büyük bir kısmının kapalı medreseler olmasına karşılık, Osmanlılar’da genellikle ortada revakli bir avlu, kıble yönünde bir dershane-mescit ve avlunun çevresinde öğrencilerle öğretim üyelerine ait odalardan oluşan açık avlulu medreseler tercih edilmiştir. Çoğunlukla büyük külliyelerin genel planlaması içinde düşünülen ve diğer değişik amaçlı yapılarla birlikte planlanan medreselere karşılık, bağımsız yapılmış örnekler de vardır. Bütün bu genel gelişmenin sürdürüldüğü ürünlerin dışında, sekizgen planlı veya büyük anıtsal camilerin avlu revakları arasına odalar eklenerek düzenlenmiş medreseler de yapılmıştır. Bütün bu örneklerin hepsinde belirgin nokta-eski şemaların yaşamasına karşın-örtünün kubbeye dönüşmesi ve açık dershane kısmının kapanarak bir kubbeyle örtülmesidir.


Adından söz edilmesi gereken ikinci medrese örneği, açık tipteki İznik Süleyman Paşa Medresesi’dir. Bu yapıda dikkati çeken özellik mekânların kubbelerle örtülmesidir. U biçimindeki bir revaklı avlunun gerisine medrese odaları yerleştirilmiş ve odalardan birisi diğerlerinden daha büyük tutularak dershane haline getirilmiştir. Yalın görünüşlü medresede geçmişle bağlantı avlunun varlığıdır.

Camiler bölümünde değindiğimiz gibi Bursa Çekirge’deki Hüdavendigar Camisi’nin üst kısmı bir medrese olarak düzenlenmiştir. Alt katın iki kat boyunca yükselen orta kısmı dışında, üst kat tümüyle medrese mekânına ayrılmıştır. Medrese odaları-koşullarının gereği-bir koridora açılmakta, diğer kısımlar alt kata bağlı kalmaktadır.


Aynı konuda verilmesi gereken ilginç bir örnek de daha önce camisinden söz ettiğimiz Bursa Yıldırım Külliyesi içindeki Yıldırım Medresesi ve Şifahanesi’dir. 1400 tarihli ve onarım görmüş bu medresede geçmişe bağlılık, kubbeli dershane kısmının bir kemerle avluya bütünüyle açılması noktasında toplanmaktadır. Ayrıca girişin ve onu izleyen revak bölümünün kubbeyle, diğer kısımların tonozlarla örtülmesi, medrese gelişimi içinde değişmeleri ve bağlılıkları açıklıkla yansıtmaktadır. Şifahane kısmı ise medrese şemasını korumakta ve ancak bazı ayrıntılarda değişmeler göstermektedir.


Yıldırım Medresesi plan şemasının geliştirilerek uygulandığı bir yapı Bursa’daki 1420-1424 yılları arasında yapılan Yeşil Medrese’dir. Burada da, avlunun çevresinde üç yönde kubbeli revaklar dolaşmakta, arkalarında tonozlu odalar yer almakta ve kubbeyle örtülü büyük dershane kısmı bir kemerle orta avluya açılmaktadır. Özellikle dikkati çeken -ağırlığı azalmakla beraber- yanlardaki iki aynalı tonozlu mekânın avluya açılmasıdır. Bu durum, Selçuklu ve Beylikler dönemi dört eyvanlı medreselerinin yeni koşullar içinde ana şemasının yaşadığını göstermektedir.

Çelebi Sultan Mehmed dönemi medreseleri arasında Anadolu’da iki yapı dikkati çekmektedir. Bunlardan birincisi Merzifon’a yakın Gümüş’de Hacı Halil Paşa Medresesi’dir. 1415 yılında bitirildiği sanılan bu medresenin ilginç yanı-yıkılmış olmasına karşın, kalan izlerden anlaşıldığı kadarıyla- orta avlunun kubbeyle örtülmesi ve dört eyvanşemasının anısını yaşatmasıdır.

İkinci örnek ise Merzifon’daki Çelebi Sultan Mehmed Medresesi’dir. 1417 tarihli bu yapı, bir bakıma Gümüş’deki medrese şemasına bağlı, yalnız orta avlusu açık ve revaklarla biçimlenmiştir. Selçuklu ve Beylikler dönemi medreselerinde eyvanların bulunduğu kısımlar, burada büyük kubbelerle örtülmüş, giriş kısmı, karşısındaki bir kemerle avluya açılmış ve diğer alanlar da medrese odaları olarak düzenlenmiştir. Bu iki yapı, geleneksel kapalı ve açık medreselerin Osmanlı dönemindeki gelişmesini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Bu iki örneğin ardından verilebilecek bir diğer önemli yapı da Bursa Muradiye Külliyesi içinde yer alan 1425 tarihli Muradiye Medresesi’dir. Yapının planı, Yıldırım Medresesi ile Yeşil Medrese şemasını tekrarlarken, burada da dershane bir kemerle avluya açılmakta, üç yanda avluyu çeviren tonozlu ve kubbeli revakların arkalarında tonozlu odalar yer almaktadır.


Geçmişle bağlantıyı sürdüren bu yapıların ardından Edirne Üç Şerefeli Cami’nin yanında yer alan Saatli Medrese de ise uygulamaların duruma göre değiştiği, ancak örtü sisteminde kubbenin artık sürekli bir eleman olarak değerlendirildiği görülmektedir.


Fatih Sultan Mehmed devrinde yapılmış önemli medreselere örnek olarak Afyon’da aynı addaki külliyenin içinde yer alan 1472 tarihli Gedik Ahmed Paşa Medresesi, 15. yüzyılın sonlarından Bursa Ahmed Paşa Medresesi ile Edirne Peykler Medresesi, İnegöl’de 1482 tarihli İshak Paşa Medresesi, İstanbul’da 1485 tarihli Davud Paşa Camisi yakınındaki Davud Paşa Medresesi sıralanabilir. 


Devrin simgesi niteliğindeki Istanbul Fatih Külliyesi’nin içinde yer alan Fatih Camisi Medreseleri büyük bir alana yayılmakta ve bugün de önemli ölçüde özgün durumlarını korumaktadırlar. Çağının en büyük eğitim kurumu olan bu medreselerle, şifahane bölümü tam bir bağlantı ve bütünlük içindeydi. Medreselerin bir kısmında, büyük kubbeli dershane ve kubbeli revaklı avluların arkasına yerleştirilen, gene kubbelerle örtülü medrese şeması tekrarlanmıştır.

Belirtilmesi gereken ilginç bir yapı da Edirne’de 1484-1488 tarihli Sultan 2. Bayezid Külliyesi içinde akıl hastaları için düzenlenen Bayezid Şifahanesi ve Tıp Medresesi’dir. Ortada bir havuz, çevresinde mekânların yer aldığı sekizgen planlı tımarhane kısmı bu görünüşüyle değişik bir deneme olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca tımarhanenin önünde bir avlu ve tedavi kısmı bulunmakta, tıp medresesi buraya bağlanmaktadır. Eldeki bazı belgeler ve ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin anlatımından, burada akıl hastaları için belirli günlerde müzik çalındığını ve özel ilaçlar verildiğini öğreniyoruz.

Sultan 2. Bayezid döneminden kalma bir diğer örnek, Istanbul’daki 1501-1506 tarihli Bayezid Camisi Külliyesine ait 2. Bayezid Medresesi’dir. Günümüzde kitaplık olarak kullanılan bu yapıda da daha önce değindiğimiz plan şeması egemendir. Edirne’deki Bayezid Külliyesi’nin yapıları arasındaki bağlantının İstanbul’daki Bayezid Külliyesi’nde bulunmayışından dolayı medrese camiden kopmuş, bağımsız bir yapı niteliğine bürünmüştür.

Osmanlılar’da klasik dönem öncesinde, zaman zaman belirli koşulların zorlaması ya da özel denemeler sonucunda ortaya çıkmış başka medrese yapılarına da rastlanmaktadır. 


Amasya’da -genel şemalar içinde kalan- 1486 tarihli 2. Bayezid Külliyesi Medresesi ve 1494 tarihli Küçük Ağa Medresesi’nin yanı sıra belirtilebilecek üçüncü örnek Kapı Ağası Medresesi’dir. 1488 tarihli bu medresede değişik bir plan uygulamasına tanık olunmaktadır. Yapı sekizgen bir şemaya uygun olarak düzenlenmiştir. Gene kubbeli revakların gerisine konan kubbeli odalarla medrese oluşturulmuş, sekizgenin bir kenarı boyunca büyük dershane yerleştirilmiştir. 15. yüzyıldan kalma bu örneğin önemi, daha sonra bazı ufak değişikliklerle Istanbul’daki Rüstem Paşa Medresesi’nde Mimar Sinan tarafından uygulama alanına getirilmesidir.

Mezar Anıtları
Sınırlı bir beylikten imparatorluğa dönüş yıllarına kadar Osmanlılar’ın mezar anıtlarında, diğer değişik amaçlı yapılara benzer bir gelişme dikkati çekmektedir. 14.yüzyılın Anadolu’daki kare planlı, kubbeyle örtülü, dört sütun veya ayağa oturan, yanları açık, kubbeli mezar anıtı örnekleri, erken dönem Osmanli mimarisinde de kullanılmıştır.14.yüzyıl Osmanli mezar anıtlarında, geçiş döneminin getirdiği tüm özellikleri belirgin olarak izlemek mümkün olmaktadır. Daha sonra gövdeleri kare ya da çok kenarlı, üstleri kubbeyle örtülü mezar anıtları yaygınlık kazanmış, bazen bunlara revakli bir giriş bölümü eklenmiştir. Yaptıranın önemine göre boyutları ve bezemeleri değişen bu mezar anıtları, uzun yıllar sürekli denenme olanağı bulmuştur.

Erken örnekler içinde Orhan Gazi döneminde yapıldığı ileri sürülen Iznik’deki Kırgızlar Türbesi, önünde giriş eyvanı ve arkasındaki yüksek kasnaklı kubbeli ana mekanıyla önemli bir yapıdır. Baldaken türünde dört ayak üzerine oturmuş bir kubbeden oluşan, yanları açık Iznik’deki diğer iki türbe Sarı Saltuk Türbesi ile Yakup Çelebi Türbesi’dir. Bunların ardından verilebilecek örnekler arasında bugün yıkılmış olan Gebze’de 1385 tarihli Malkoçoğlu Mehmed Bey Türbesi, Iznik’teki 1387 tarihli Halli Hayreddin Paşa Türbesi, Bursa’da, 1414 tarihli Devlet Hatun Türbesi gene Bursa’daMuradiye Camisi arkasında 1449 tarihli Fatih’in annesi Hüma Hatun Türbesi sayılabilir.
Anıtsal bir diğer önemli mezar yapısı ise Bursa’da Sultan 2. Murad Türbesi’dir. 2. Murad’ın ölümünden sonra Fatih döneminde yapılmış olan türbenin ana mekanı içiçe iki kısımdan oluşmakta, iç kısmı Devlet Hatun Türbesi’nde olduğu gibi sütun ve ayaklara oturan bir kubbeli mek4m içermektedir. Başhbaşına bir değer taşıyan Muradiye Camisi arkasındaki toplu mezar anıtları içinde, çinileriyle ün yapan ve Sultan Cem Türbesi olarak tanınan Şehzade Mustafa ve Cem’e ait yapı, altıgen gövdeli ve kubbeyle örtülüdür. Onünde revaklı bir giriş kısmı bulunmaktadır. Bu türbenin yanındaki Fatih’in süt anası Ebe Hattın Türbesi, dört ayak üzerine yalın bir kubbeyle örtülüdür ve İznik’te karşımıza çıkan mezar anıtlarının bir tekrarı niteliğindedir.



Mimariden bezemeye kadar zengin denemelerin toplu olarak yer aldığı Muradiye Türbeleri’nin ardından gene Bursa’da çok önemli bir örneğe de kısaca değinmek gerekir 1421 tarihli Yeşil Külliyesi içinde yer alan Yeşil Türbe, Erken Osmanlı türbelerinin bir bakıma simgesi gibidir. Sekizgen gövdeli, kasnağa oturan kubbeyle örtülü bu yapının ayrıca altta bir mumyalık kısmı bulunmaktadır. Dışarıda ve içeride zengin çinilerin kullanıldığı Çelebi Sultan Mehmed’in bu türbesinde bir çok sanatçı çalışmış, ustaların bir kısmı da doğudan gelmiştir. Başta çini olmak üzere bütün bezeme örnekleri, Çelebi Sultan Mehmed dönemi sanat alışverişlerinin hangi kaynaklarla ilişkili olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bu yapının bezemesi Yeşil Cami bezemeleriyle tam bir bütünlük göstermektedir. Sürekli onarım görmesine karşın gene de güzelliğini koruyabilen sayılı yapılardandır.

Hanlar ve Kervansaraylar
Yollarda, belirli noktalarda karşımıza çıkan kervansaray ve hanların yanı sıra, Osmanlılar’da yerleşme merkezlerinin ticaretle ilgili bölgelerinde veya önemli külliyelerin içinde yer alan hanlara da sık rastlanmaktadır.


İlk örnekler içinde Orhan Gazi döneminden kalma Bursa’daki Emir Hanı, kentin merkezinde iki katlı bir yapı olarak dikkati çekmektedir. İş merkezinde yer alan hanın iki katında da revaklar ve arkalarında han odaları bulunmakta, Selçuklular’ın yollarda karşımıza Çıkan hanlarından ayrılmaktadır.

Bu yapıya karşılık Apolyont Gölü kenarında Ulubat’da bulunan Issız Han, Selçuklu kervansaraylarının etkilerini sürdüren sayılı örneklerden birisidir. 1394 yılından, Yıldırım Bayezid döneminden kalan bu hanın beşik tonozlu bir giriş kısmı ve iki yanda odaları bulunmaktadır. Yapıda dikkati çeken bir nokta da orta nefte yer alan iki ocaktır. Dört sütuna dayanan bacalarıyla bu ocaklar, hanın ısıtma sistemini açıklamakta dar. Avlusu bulunmayan ve geleneksel özellikleri bütünüyle yansıtan bu örneğin ardından, Çelebi Sultan Mehmed döneminden kalma Bursa’nın içindeki Geyve Hanı ile İpek Han gelmektedir. Geyve Hanı’nın planı diğer kent içi hanlarının genel şemasını tekrarlamakta, ortadaki avluya açılan ve ayaklara oturan iki katlı revaklar, gerisinde yer alan han odalarından oluşmaktadır. 



Kent içinde yapılmış hanlarla, yollar üzerinde yapılmış hanlar arasında bazı ayrılıklar vardır. Bilecik/Gölpazarı’nda 1418 tarihli Mihal Bey Hanı’nda bu durum somutlaşmaktadır. Kent içi hanlarından ayrı olarak bütün yapı bir giriş, arkasında uzun beşik tonozlu kısımdan ibarettir.

 
1432 yılında Sultan 2. Murad döneminde yapılmış olan Bergama’daki Taş Han’da daha değişik bir plan uygulanmış, üç yandan avluyu çeviren revakların arkasına han odaları alınmış ve girişin karşıda boydan boya bir beşik tonuzlu kısımdan oluşan ahır yerleştirilmiştir. Ahır kısmının dışarıyla ilişkisi ayrıca kurulmuştur.

Bursa’da kent içinde yer alan hanların önemli örneklerinden birisi Fatih döneminden kalma Mahmut Paşa/FidanHanı’dır. Iki katlı hanın avlusunun ortasındaki havuzun üstünde fevkani bir mescit bulunmaktadır. Osmanlı hanları için bu durum önemli bir farklıktır ve bize Selçuklu kervansarayları nın köşk mescitlerini anımsatmaktadır. Yapı günümüzde özgün biçiminden çok şey yitirmiştir.


Fatih döneminden kalma diğer hanlar arasında 1463 tarihli Çanakkale/Çardak’da, enine tek hacimden oluşan Yakup Bey Hanı, İstanbul’da ünlü Fatih Külliyesi’nin güneydoğu köşesine yerleştirilmiş ince uzun tek bir mekândan ibaret ve büyük bir bölümü yıkılan Fatih Külliyesi Kervansarayı’ndan sözedilebilir. İstanbul’da Atik Ali Paşa Külliyesi’nin içinde yer aldığı anlaşılan ve bugün ayakta olmayan Elçi Han büyük önem taşıyordu. Yapı 1880 yılında ortadan kaldırılmıştır.

İstanbul’un dışında ve Anadolu’nun değişik yerlerinde karşılaşılan klasik dönem öncesi Osmanlı hanları içinde 1527 yılında yaptırılan Diyarbakır Hüsrev Paşa/Deliller Hanı, kentin içindeki iki önemli handan birisidir. Ortada havuzu, avluyu dört yandan çeviren iki katli revakları, arkalarında han odalarıyla bu birinci bölüm dışında hanın güney Kısmında bir de ahır bulunmaktadır. Beş bölümlü ahır kısmı, ayaklara oturan beşik tonozlarla örtülüdür ve tek katlıdır.

Diğer Yapılar
Önemli tarihi kentlerin ticaret merkezlerinde karşılaşılan yapılardan bir bölümü de bedesten ve çarşılardır. Türk çarşılarının çekirdeğini, yangınlardan korunmak için genellikle taştan yapılmış bedestenler oluşturur. Ahşap dükkânlardan oluşan çarşılar ise bedesten çevresinde yer alırdı. İçinde değerli malların korunduğu, alınıp satıldığı bedestenler, Osmanlı kentlerinde belirli sınırlar içinde yapılmışlardır. Erken Osmanlı-döneminde karşılaşılan bedestenlerin büyük bir çoğunluğunda dışta dükkânlar yer almakta, içte ise ayaklara oturan kubbelerden oluşan bölüm bulunmaktadır.

Bedestenleri birbirinden ayıran genellikle kubbe sayılarıdır. Bu tür yapılar içinde 20 kubbesiyle İstanbul Sandal Bedesteni en anıtsal örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Ankara, Bayburt, Beyşehir, Bursa, Edirne, Filibe, Gelibolu, Kastamonu, Kayseri, Saraybosna, Selanik, Serez, Tekirdağ, Tire, Tokat, Trabzon, Vezirköprü gibi Osmanlı yerleşme merkezlerinde örneklerine rastladığımız bedestenler ilginç gelişmelere tanıklık etmektedirler


Klasik öncesi Osmanlı dönemine ait köprülere değinmek gerektiğinde öncelikle şu örnekler sıralanabilir. Bursa’da Mudanya yolu üzerinde Orhan Bey döneminde yapılan Nilüfer Hatun Köprüsü, Trakya’da 174 gözlü ve Sultan 2. Murad döneminde 1443 yılında yapılan ünlü Uzunköprü, Edirne’de 1488 yılında yapılan ve ünlü Bayezid Külliyesi’ni kente bağlayan Bayezid Köprüsü en tanınmış örneklerdir.

Oldukça değişik özellikler taşıyan Osmanlı taş köprülerinin önemli bir yanı, daha sonra Mimar Sinan tarafından yorumlanıp ilginç örneklere konu olmasıdır. Gerçekten de Anadolu’da Artuklu köprülerinden başlayarak, değişik biçimler içinde zengin bir gelişmeye konu olan köprüler, anıtsal niteliklere 16. yüzyılda tekrar kavuşacaklardır.

Osmanlı döneminde onarılmış, genişletilmiş veya tümüyle yeniden yapılmış kaleler içinde de özgün örnekler bulunmak tadır. Yıldırım Bayezid döneminde 1394/1395 yılında yaptırılan Istanbul’daki Anadoluhisarı, Fatih Sultan Mehmed döneminden Çanakkalehisarı, 1452 tarihli Istanbul Rumelihisarı ve 1455 tarihli Yedikule gibi örnekler gözden geçirilirse Osmanlılar’ın bu alana getirdikleri daha iyi anlaşılır.


Bu bölümde son olarak Osmanlı saray ve köşklerine değinmek gerekirse, bugün yıkılmış olan Manisa Sarayı bir yana Sultan 1.Murad döneminde yapımına başlanan Edirne Eski Saray’dan günümüze fazla bir şey kalmamıştır. Ancak Fatih döneminden Edirne Sarayiçi’nde bazı kalıntılar bulunmaktadır. Bu dönemden Akağalar Kapısı, Cihannüma Kasrı, Kim Kasn, Kum Kasrı Hamamı ve mutfakların varlığını biliyoruz. Fatih Sultan Mehmed’in Istanbul’u almasından sonra yapılar ilk saray Bayezid’deki Eski Saray’dır. Bugün mimar kalıntılarına rastlayamadığımız bu sarayda Fatih’in 1454- 1473 yılları arasında kaldığı bilinmektedir. Fatih’in İstanbul’un en ilginç noktasında, Marmara ve Boğaz’a egemen yerindeki Sarayburnu’nda yaptırdığı Topkapı Sarayı birun, enderun ve harem olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır Geniş bahçeler içindeki yapılardan oluşan ve surlarla çevrili bulunan bu sarayın bir benzeri daha önce adından söz ettiğimiz Edirne’deki Eski Saray’dır.


Topkapı Sarayı’nın dahi olduğu çevre içinde ve bugünkü Istanbul Arkeoloji Müzesi karşısında bulunan Çinili Köşk de, Fatih döneminden kalan diğer önemli bir yapıdır. 1473 yılında yapılmış olan bu köşk, haçvari planlı, eyvanlı ve hareketli bir örtü sistemine sahiptir. Yapının zengin çini bezemeleri, Fatih döneminde İran ile ilişkilerin güçlü olduğuna işaret etmektedir.
Anadolu Türk Mimarisi, Prof.Dr. Metin Sözen, Dr.Zeki Sönmez, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel  Yayınları.






2 yorum: