Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Osmanlı Mimarisinde Geç Klasik Çağ

Osmanlılar III
Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılda siyasal, ekonomik ve kültürel alanda ulaştığı yüksek düzeye uygun bir mimariyi de beraberinde getirdiği daha önce belirtilmişti. Sağlam bir örgütlenme anlayışı, başta mimari olmak üzere diğer bütün sanatları da içine almış, imparatorluğun her yerinde geçerli olabilecek biçimde merkezde üretilen yenilikler uygulanmaya konmuştur. Böylece başkent Istanbul, sanatın ve mimarinin yönlendirildiği yer olmuştur. Bu durum bir oranda 17. yüzyılda da yaşatılmaya çalışılmıştır. Sinan sonrası, Geç Klasik Çağ olarak adlandırabileceğimiz bu yüzyıl boyunca, mimari alanda yepyeni biçim ve görünüşlere gidilmemiş, 16. yüzyıl gelişmeleri egemenliğini sürdürmüştür. Gene de bir oranda geleneksel konu ve biçimlerin değişik bir eğilim ve görüşle işlenmeye çalışıldığı görülür. Osmanlı İmparatorluğu’nun iç karışıklıklar, savaşlar, ekonomik sıkıntılarla dolu bu döneminde, mimarinin büyük atılımlar yapması, yeni büyük boyutlu yapılara yönelmesi zordu. Bütün bunlara karşın gene de başta Sultan Ahmed Külliyesi olmak üzere imparatorluğun büyüklüğünün anısını yaşatabilecek eserler oluşturulmuştur. Özellikle sürekli siyasal başarısızlıkların egemen olduğu 18. yüzyıla göre, kültür ve sanatta 17. yüzyıl bir oranda kendi kültür bütünlüğünü korumuş, yabancı etkilerin yoğunluğu 18. yüzyıldaki kadar duyulmamıştır.

Camiler
Gene başta camiler olmak üzere değişik işlevli yapılar kısaca gözden geçirildiğinde, 16. yüzyılın ardından, 17. yüzyıldaki gelişmelerde Mimar Sinan döneminin büyük etkileri sezilir. Bu durum bir bakıma doğaldır. Mimar Sinan’ın çevresinde yetişen mimarlar, onun ardından yeni şemalar geliştirmekten çok, eski yerleşmiş şemalara katkıda bulunmayı uygun bulmuşlardır. Buna karşın büyük programlı uygulamalarda başarılı denemeler daha çok Mimar Sinan’ın Şehzade Camisi’nde ele aldığı dört ayak üzerine oturan bir kubbe, dört yandan bunu saran yarım kubbeler, köşelerde dört küçük kubbeden oluşan merkezi yapı örneğine bağlı kalmıştır. Altı ve sekiz ayağa oturan merkezi yapı gelişmelerinin ardından, bu tür girişimler bir bakıma ilginçtir. Bunun nedeni kesinlikle açıklanamıyor. Ancak Mimar Sinan’ın sonuna kadar geliştiremediği bir şemadan, izleyenlerin yola çıkmaları, bu tür bir girişimde olanak aramaları bir dereceye kadar doğal  karşılanabilir.


 http://archnet.org/library/images/thumbnails.jsp?location_id=6551
İstanbul’da ve 17. yüzyıl boyunca bu yolda üretilmiş en ilginç yapıların başında kuşkusuz geniş kapsamlı Sultan Ahmed Külliyesi’nin camisi gelir. 1617 yılında bitirilen Sedefkar Mehmed Ağa’nın bu yapısı, Şehzade Camisi’nin genel şemasına bağlı olmakla birlikte birçok yönden yenilikler getirmesini bilmiş, cami güney duvarı ve avlu köşelerine yerleştirilen altı minaresiyle bu yolda yepyeni boyutlara ulaşmıştır.


http://archnet.org/library/images/thumbnails.jsp?location_id=4403
Ayrıntılarına inilince birçok ilginç özelliklerin bulunabileceği bu yapının ardından verilebilecek ikinci örnek İstanbul’da Eminönü’nde 16.yüzyıl sonunda mimarbaşı Davud Ağa tarafından yapılmaya başlanan Yeni Cami’dir.  Yapımı uzun süren ve ancak 1664 yılında Hassa mimari Mustafa Ağa tarafından bitirilen bu cami de hünkâr kasrı, türbe, mektep, darülkurra, sebil, çeşme ve çarşı gibi yapılarla bir külliye oluşturuyordu. Sultan Ahmed Camisi’nden temel şema açısından ayrılmayan, ancak yükseltilmiş boyutlarıyla değişiklikler getiren bu camide ilginç bir nokta, Sultan Ahmed Camisi’nde yoğun kullanılan İznik çinilerinin burada artık değişime uğramasının saptanmasıdır.


 Sultan Ahmed ve Yeni Cami gibi büyük örnekler dışında kalan 17. yüzyıl camileri bazı gruplar altında toplanabilir. Bunlardan bir türün örnekleri daha çok külliyeler içinde yer alan tek kubbeli camilerdir. İstanbul da Üsküdar’da 1640 tarihinde Kösem Sultan tarafından yaptırılan Çinili Cami, yapıyı üç kenarı boyunca çevreleyen, ahşap bir galeri olarak düzenlenen son cemaat yeriyle değişik bir uygulamadır.


17. yüzyılın ikinci yarısında yapılan İstanbul’daki Köprülü Mehmed Paşa Külliyesi, Kara Mustafa Paşa Külliyesi ve Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi’nde sekizgen gövdeli, üstü kubbeyle örtülü olarak düzenlenen mescitler, medrese hücrelerinden koparılarak, belirgin bir kimliğe kavuşturulmuşlardır.


Anadolu’da menzil hanlarıyla birlikte yapılan, ya da kent içi külliyeleri içinde yer alan kare gövdeli, tromplu kubbeyle örtülü, önlerinde üç açıklıklı son cemaat yeri bulunan örnekler arasında Ulukışla Öküz Mehmed Paşa Camisi, Vezirköprü Taşkale Camisi, Safranbolu Köprülü Camisi, İncesu ‘Kara Mustafa Paşa Camisi sıralanabilir. Ayrıca avlusu medrese olarak düzenlenen ve geçmiş örnekleri izleyen bir ilginç uygulama ve Elmalı’daki Ömer Paşa Külliyesi’nin camisidir. Bu yüzyıl yapılarına bölgesel özellikleriyle eski plan şemalarını tekrarlayan Mardin’de 1691 tarihli Zairi Camisi, Diyarbakır’da Nasuh Paşa Camisi, Bitlis’te Ayn-el Bant Camisi, Taş Mescit ve Kale Altı Camisi’ni de kaydetmek gerekir.

Medreseler ve Eğitim Yapıları
17. yüzyılın eğitim ile ilgili yapılarına kısaca değinmek gerektiğinde, başta medreselere yer vermek daha doğru olur. Bu yapılar 16. Yüzyıl medreselerinde de görüldüğü gibi çoğu kez anıtsal camiyle ortak bir avlu çevresinde ya da büyük bir külliyenin öğesi olarak tasarlanmışlardır. 16. yüzyıl sonlarına doğru, merkezi medrese olan külliyelerin yapımına başlanmış, bu durum 17. yüzyıl boyunca da sürdürülerek, külliye çerçevesi içinde medresenin diğer öğelerle ilişkileri önem kazanmıştır.

Mimar Davud Ağa’nın İstanbul Divanyolu üzerinde 1580 yıllarında yaptığı Anber Ağa Medresesi, sebil ve sıbyan mektebinden oluşan şemasıyla, medreseli külliye türüne öncülük etmiş sayılabilir.


Gene Mimar Davud Ağa tarafından 1594 yılında yapılan Istanbul Divanyolu’ndaki Koca Sinan Paşa Külliyesi, caminin külliye programından kaldırıldığı bir örnek olarak, medreseli külliye gelişiminde önemli bir aşamaya işaret etmektedir.

16. yüzyılın sonlarından başlamak üzere, medresenin değişik ağırlıklarla ve değişik biçimlerde uygulandığı bu türün örnekleri arasında Istanbul Bayezid’de Hasan Paşa Medresesi, Saraçhanebaşı’nda Gazanfer Ağa Medresesi ile 1606-1610 yılları arasında yapılmış olması mümkün Kuyucu Murad Paşa Külliyesi Medresesi ve Şehzadebaşı’nda 1618 yılı dolaylarına tarihlenen Ekmekçioğlu Külliyesi Medresesi sayılabilir


17. yüzyılın ikinci çeyreğinde Istanbul’da yapılan 1638 tarihli Bayram Paşa Medresesi, olasılıkla Mimar Kasım Ağa’nın eseri olan 1640 tarihli Çinili Medrese, Bayezid’de 1957 yılında ortadan kaldırılan 1641 tarihli Kemankeş Kara Mustafa Paşa Medresesi birer külliyeye bağlı olmakla birlikte, bu örneklerde geçerlik kazanan tek kütle düzeninden vazgeçilmiştir.

17. yüzyılın ikinci yarısında özellikle Köprülü Mehmed Paşa, Fazıl Ahmed Paşa ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa mimari çalışmalara önem vermişlerdir. Bunların İstanbul’daki eserleri arasında değişik biçimlerde oluşturulmuş medreselerin varlığını görüyoruz Bu konuda en önemli örnek Divanyolu’da bulunan 1661 tarihli Köprülü Külliyesi içindeki L düzenli medresedir.


Aynı düzen daha sonra yapılan 1681 tarihli Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi ile Amcazade Hüseyin Paşa Medresesi’nde de sürdürülmüştür.


Istanbul dışında, Vezirköprü’deki Fazıl Ahmed Paşa Medresesi’nde ise, eski geleneklere dönülerek, medresenin bir külliyeye bağlı olmadan tasarlandığı dikkati çekmektedir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1670 yılında İncesu’da yaptırdığı geniş kapsamlı Kara Mustafa Paşa Külliyesi içinde yer alan medrese, kara planlı bir dershanenin yanına tek sıra olarak dizilen hücrelerden oluşmaktadır. Bu düzen aynı yıllarda İstanbul’da yapılan uygulamalardan ayrılmaktadır.

17. yüzyıl sıbyan mekteplerini de kısaca ele alırsak, bunların çoğunun bir külliye içinde yer almakla birlikte, diğer konulara bağlı olmadan tasarlandıkları görülmektedir. Örneğin 16. yüzyıl başında yapılan Istanbul Kuyucu Murad Paşa Sıbyan Mektebi, medreseye bitiştirilmişse de, özel girişi, iki katlı düzeniyle sıbyan mekteplerine özgü tasarım özelliklerini sürdürmüş ve medreseden ayrı tutulmuştur. Sultan Ahmed Külliyesi Sıbyan Mektebi de dış avlu duvarına bitişik yerleştirilmiş, yerden yükseltilen tek dershaneli bir yapıdır. Ayrıca gene Istanbul’da Bayram Paşa, Çinili, Yakup Ağa örneklerinde de derslik bölümü yerden yükseltilmiş, yapı başka kütlelerle bitişse de, özel koşulları korunmuştur.

16. yüzyılda bağımsız bir yapı kimliğinde karşımıza çıkmayan kitaplıklar 17 yüzyılda yeni görünüşlere kavuşmuş, kitapların cami ve medreselerin dolaplarında korunması geleneği terk edilmeye başlanmıştır. Böyle bir gereksinimin doğuşuna, kitaba olan ilginin artması da yol açmış olabilir.



17. yüzyılın kitaplık örnekleri arasında Sadrazam Halil Paşa’nın 1618 tarihli Kayseri’nin Tavlusun köyünde yaptığı Halil Paşa Kitaplığı başta olmak üzere, İstanbul Divanyolu üzerinde 1661 tarihli Köprülü Kitaplığı, Mehmed Paşa’nın 1671 yılında doğduğu yer olan Erkilet’te yaptırdığı Mehmed Paşa Kitaplığı sayılabilir. Istanbul’da Fazıl Ahmed Paşa’nın özel kitapları için yapılan Köprülü Kitaplığı bugün de benzer amaçla kullanılmaktadır. Önünde revak, arkasında ise tek hacimden oluşan ana mekan yer almaktadır. Bir Külliye içinde yer alan Amcazade Hüseyin Paşa Kitaplığı, iki katlı düzeniyle bu gelişmenin öncüsü sayılabilir. Medrese dershanesiyle eşdeğerli kütleler olarak tasarlanan Feyzullah Efendi Kitaplığı ile Damat İbrahim Paşa Kitaplığı ise, bu gelişim çizgisinin dışında kalan uygulamalardır
.
Mezar Anıtları
Onyedinci yüzyıla ait eğitim yapılarının ardından mezar anıtlarına da topluca bir göz atıldığında, tek yapı olarak kurulan türbelerin daha çok 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başından kaldığı gözlenmektedir. Daha sonraları genellikle paşa ve vezir külliyeleri içinde yer alan türbeler, mescit, dershane, sebil gibi yapılarla birleştirilmiş, ortak kompozisyonlar içinde ele alınmıştır.
Mimar Sinan ve Klasik Osmanlı mimarisinin 16. yüzyıla ait örneklerinde, çoğunlukla vezir ve paşa türbelerinin dört, altı, sekiz kenarlı, sultan türbelerinin ise iç ve dış koridorla zenginleştirilmiş çokgen planlı yapılar olduğu bilinmektedir. Oysa 16. yüzyılın sonuna doğru türbelerdeki iç ve dış kenar sayısı oniki hatta onaltıya kadar çıkarılmıştır. Iç ve dış kenar sayıları değişik olan çokgen planlı türbeler de ayrıca kendi içinde iki gruba ayrılabilir. Dışta sekiz, içte onaltı kenarlı olarak tanımlanabilecek türün, 17. yüzyıl başında gerçekleştirilen tek örneği İstanbul’daki 1603 tarihli İbrahim Paşa Türbesi’dir. Ikinci grupta ise iç kenar sayısı dıştakinin yarısı kadardır ve kenarlar eyvanlarla derinleştirilmiştir. Istanbul’ daki 1600 tarihli 3. Murad Türbesi’ne bitişik Şehzadeler Türbesi’nin planı dışta sekizgen, içte kare bir şema göstermektedir. Siyavuş Paşa Türbesi ile Koca Sinan Paşa Türbesi ise dışta onaltı, içte sekizgendir.

Sultan türbelerine gelince, Kanuni Süleyman ve 2. Selim türbelerinde olduğu gibi 17. yüzyılda iç galerili düzeni sürdürenler arasında Ayasofya bahçesindeki 1595 tarihli ve altıgen gövdeli 3. Murad Türbesi ile yine aynı yerdeki sekizgen gövdeli ve 1608 tarihli 3. Mehmed Türbesi özellikle belirtilmesi gereken yapılardır. Ayrıca kendi adıyla anılan külliyenin içindeki 1617 tarihli Sultan Ahmed Türbesi ve Yeni Cami arkasındaki 1682 tarihli Turhan Valide Sultan Türbesi kare gövdeli, önlerinde giriş mekanları bulunan mezar anıtlarıdır.



17. yüzyılın başında plan ve kütle yönünden yalınlaşan vezir ve paşa türbelerinin bir bölümünde ise yapı daha çok sebil, medrese ve benzeri eserlerle beraber tasarlanmıştır. Bu türün ilginç bir örneği Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai Efendi Camisi yakınında bulunan 1630 tarihli Sadrazam Ham Paşa Türbesi’dir. Tek kubbeli, kare planlı ve revaklı bir girişe sahip olan türbenin alt katına bir sebil yerleştirilmiştir. Istanbul Vezneciler’de 1607-1609 arasına tarihlenen aynı addaki külliyeye dahil Kuyucu Murad Paşa Türbe ile Bayram Paşa Külliyesi’ne dahil 1635 tarihli Bayram Paşa Türbesi de sebil-türbe ilişkisi içinde düşünülmüştür.
17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren türbeler genellikle açık olarak düzenlenmişlerdir. Istanbul Divanyolu’nda 1661 tarihli Köprülü Mehmed Paşa Türbesi, Çarşıkapı’daki külliyenin Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Türbesi bu konuda verilebilecek örneklerin başında gelmektedir.
Hamamlar
Sinan’dan sonraki dönemde yapılan külliyelerin programlarında hamam yapılarına çok fazla rastlanmaz. İstanbul’daki külliyelerden yalnız 1598 tarihli Cerrahpaşa Külliyesi Çifte Hamamı, 1609-1617 yılları arasında yapılan Sultan Ahmed Külliyesi Hamamı, 1640 tarihli Çinili Külliyesi Çifte Hamamı bulunmaktadır.
Genellikle daha önceki plan şemalarını kullanan 17. yüzyıl hamamları arasında bugün ortadan kaldırılmış olan Laleli’deki 1660 tarihli Kızlarağası Abbas Ağa Çifte Hamamı, aynı kişi tarafından daha sade olarak yaptırılan ve günümüzde de kullanılan Sirkeci’de Küçük Hamam İstanbul’ daki en tanınmış örnekler olmaktadır. Anadolu bulunan örnekler ise Köprülü Mehmed Paşa’nın eşi tarafından Vezirköprü’de yaptırılan çifte hamam türündeki Ayşe Hanım Hamamı, gene aynı kişi tarafından Vezirköprü’deki Kale Camisiyle beraber yaptırılan Taşkale Hamamı, Merzifon’da Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan 1676 tarihli Paşa Hamamı burada anımsanabilir.
Hanlar ve Kervansaraylar
Konaklama amaçlı han ve kervansaraylar konusunda 17. yüzyıldaki genel görüntü dikkate alınırsa ilginç denemelere tanık olunmaktadır. Bu yüzyılda kentlerde ve yollarda yapılan hanlarda kullanım biçimlerinden gelen ayrılıklar sürdürülmekte, ikisinde de anıtsal örneklerle karşılaşılmaktadır. Kent içi hanları arasında 17. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan Kuşadası Öküz Mehmed Paşa Kervansarayı hacı kafilelerinin barınması için yapıldığından, daha çok yolcuların barınacakları mekanlara ağırlık verilmiştir. Yüzyılın ilk yarısının en önemli örneği, Kösem Sultan’ın Istanbul Çakmakçılar’da 1640 yılına doğru yaptırdığı Valide Hanı ile yüzyılın ikinci yarısından gene İstanbul’da Köprülü Fazıl Ahmed Paşa tarafından yaptırılan Vezir Hanı’dır.


Anadolu’dan verilebilecek örnekler ise, Kara Mustafa Pasa’nın yaptırdığı Merzifon’daki Taş Han, Tokat’ta   1631 tarihli Voyvoda Hanı ve Safranbolu’da 1640-1648 arasına tarihlenen Cinci Hanı’dır.


Kent içindeki bu anıtsal örneklerin yanı sıra, Osmanlılar’ın yollarda yaptırdıkları menzil hanları arasında özel bir yeri olan Sadrazam Öküz Mehmed Paşa’nın müışla’daki Mehmed Paşa Kervansarayı ayrıca cami, çarşı, hamam gibi öğeleri içermektedir. Özellikle 4.Murad’ın doğu seferleri sırasında Anadolu’da yoğun biçimde menzil hanı yapıldığını biliyoruz. Ancak bunların sınırlı bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Menzil hanlarının genel yerleşme düzeni kesin ve tek bir tipolojiye bağlı olmayıp, yapının yerleştiği alanın daha önce mevcut bir yerleşme içinde veya yakınında yer almasına, topoğrafik duruma göre farklı özellikler gösterebilmektedir.


Günümüze gelebilmiş örneklerden Edirne’deki 1609 tarihli Ekmekçioğlu Ahmed Paşa Kervansarayı, Eski Malatya’da 1637 tarihli Silahdar Mustafa Paşa Kervansarayı, Diyarakır’ ın Lice ilçesi yakınlarındaki Çeper Hanı, Sivas’ın Yıldızeli ilçesindeki 1640 tarihli Yeni Han, Bilecik’te 1660 tarihli Vezirhan, Adana-Halep yolu üzerinde 1661 tarihli Misis Kervansarayı ulusal sınırlarımız içinde kalan yapılardır.

DİĞER YAPILAR
Han ve kervansarayların yanı sıra konusu edilebilecek bir grup yapı da çarşı ve bedestenlerdir. 17. yüzyılda yapılan ticaret yapıları daha çok yeni kurulan büyük külliyeler içinde ya da gelişen merkezlerde bulunmaktadır. Bu çarşılar genellikle karşılıklı dükkan dizilerinden oluşan, üstü açık veya kapalı sokaklar olarak düzenlenmişlerdir. 16. yüzyıl sonunda Selimiye Külliyesi’ne ek olarak Davud Ağa tarafından yapılan Edirne’dekl Selimiye Arastası, 17. yüzyıl başında Sultan Ahmed Külliyesi’nin bir parçası olarak düzenlenen Sipahi Çarşısı, ilk anda sözü edilebilecekler arasındadır. 17. yüzyıl ortalarında Bayram Paşa tarafından yaptırıldığı ileri sürülen Niğde Bedesteni de üstü örtülü bir sokağın iki yanında yer alan karşılıklı dükkan dizisinden oluşmaktadır. Ayrıca İstanbul’un en ilginç yapılarından olan Yeni Cami Külliyesi’nin bir parçası durumundaki Mısırçarşısı Fazıl Ahmed Paşa’nın yaptırdığı Vezirköprü Bedesten ve Arastası yerleşme düzenleri, ilginç planlarıyla 17. yüzyıldaki ticaret yapılarının başında gelmektedir.

Osmanlı yolları üzerinde 17. yüzyıla kadar yapılan köprüler, uzun yıllar görev yaptıklarından köprü yapımı 17. yüzyıl ve sonrasında oldukça azalmış, sınırlı sayıya inmiştir. Yapılanlar arasında anıtsal bir örnek, Ekmekçioğlu Ahmed Paşa’nın Edirne’de Tunca İrmağı üzerinde yaptırmış olduğu Tunca Köprüsü’dür. Sedefkar Mehmed Ağa tarafından 1608-1615 yılları arasında yapılan köprünün bir bölümü sellerin etkisiyle yıkılmış, sonradan bütünlenmiştir. Bu dönemde Istanbul’da yapılan tek köprü Topkapı dışında Davud Paşa Kış1ası yolunda bulunan Genç Osman Köprüsü’dür. 4. Murad zamanında Çoban Ali Kasım Ağa’nın yaptırdığı Babaeski Köprüsü de bezemeli balkon ve yazıt köşküyle önemli bir yapıdır.

17. yüzyıl su yapıları arasında önemli bir yertutan sebiller, biçimleri kadar, sokak dokusu içindeki konum ve birlikte bulundukları yapılarla simgesel ilişkileri açısından da önem kazanmışlardır. Bu gelişmenin öncüleri olarak sayılabilecek İstanbul’da 1594 tarihli Sinan Paşa Sebili ile 1599 tarihli Gazanfer Ağa Sebili’nde alt yapı, sekizgen plan üzerine kurulmuş ve çokgenin köşelerindeki taşıyıcı kolonlar arasına yerleştirilmiş tunç şebekelerin alt bölümleri su verilmeye uygun pencereler olarak düzenlenmiştir. Bu yapıların başlıca bezeme öğeleri tunç şebekeler ve kolonları birleştiren kemerlerin alınlıklarında yer alan taş bezemelerdir. Bunların izleyicileri olarak 17. yüzyıl başından İstanbul Kuyucu Murad Paşa Külliyesi Sebili, 1634 tarihli Bayram Paşa Sebili, 17. yüzyılın ikinci yarısında yapılan Yeni Cami Külliyesi Sebili belirtilebilir.

17. yüzyıldan itibaren güçlü bir gelişme gösteren ve birbirinden ilginç örnekleri yer yer bugün de karşımıza çıkan Osmanlı saray, köşk ve yalılarının 17. yüzyıldan kalanları oldukça sınırlıdır. 17. yüzyılın ikinci yarısında Edirne ve Vezirköprü’de yapılmış iki paşa konağı, harem ve selamlık olarak iki bölümde düzenlenmiştir. Edirne Kale içinde Vezir Konağı olarak anılan yapı, avluya açılan hayat bölümüne bağlanan odalardan oluşmaktadır. Hayat, selamlık bölümün de daha geniş tutularak, cumbalı yükseltilmiş bir bölümle avluya doğru çıkıntı yapmıştır. Vezirköprü’deki Köprülüler Konağı’nda ise harem ve selamlık bölümlerinde eş genişlikte düzenlenen hayat, harem tarafından bir eyvanla genişletilmiştir.

Malzeme özellikleri nedeniyle daha kolay korunabilen k köşklerden günümüze ulaşan örneklerin çoğu Topkapı Sarayı içinde bulunmaktadır. 17. yüzyıl başından kalan ilk köşk, Sultan Ahmed ‘in 1608 yılında 3. Murad yatak odasına bitişik olarak yaptırdığı tek kubbeyle örtülü Sultan Ahmed Okuma Odası’dır. Yapı iç düzeni, bezeme ve boyutlarıyla çağın köşk yapıları hakkında fikir vermektedir. Sultan Ahmed’in Beylerbeyi’nde yaptırdığı Istavroz Sarayı ise zamanla yok olmuştur. Osmanlı köşk geleneğine genel olarak bakılacak olursa, gelişimin başlıca iki çizgide yürütüldüğü gözlenir. Birinci türde köşk, bazen bir kenarında yer alan eyvanla genişletilen, dörtgen planlı bir merkezi hacim çevresinde gelişmiştir. Bu genel şemadan türetilmekle birlikte, iç mekân etkisi farklı olan ikinci türde, merkezi hacim kare ya da sekizgen planlıdır ve mekân birden fazla kenarda yer alan eyvanlarla genişletilmiştir.

Bugün mevcut olmamakla birlikte 1592 tarihli Yalı Köşkü bu türün bilinen en eski örneğidir. 4. Murad zamanında yapılan l636 tarihli Revan Köşkü ve 1639 tarihli Bağdat Köşkü ile 1643 tarihli Sepetçiler Köşkü’nde uygulama alanı bulan bu köşk tipi, ters T tipi yalı divanhanelerine de öncülük etmiş olmalıdır. Gene bu dönemden kalan yapılar arasında 3. Murad Köşkü’nün yanında yer alan Çifte Kasırlar ve Haremağaları Koğuşu, mimari ve bezeme açısından özellikler gösteren eserlerdir.
Anadolu Türk Mimarisi, Prof.Dr. Metin Sözen, Dr.Zeki Sönmez, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel  Yayınları.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder