Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Minimal Sanat


Minimal Sanat
Minimal Sanat özellikle üç boyutlu bir sanat anlayışını belirtir. Terim ilk kez 1965’te Richard Woliheimin “Art Magazine” de yayımladığı “Minimal Sanat” adlı makalesinde kullanılmıştır. Minimal Sanat kavramı, Tatlin, Rodchenko, Malevitsch gibi Rus konstrüktüvistlerinin ve Mondrian gibi De Stiji grubu ressamlarının çalışmalarında, Pop Sanat’ta, “hard edge”in ve Frank Stella ’nın önerilerinde düşünce olarak vardır.

Stella 1959-1960 arasında gerçekleştirdiği “Siyah Resimler” serisi ile Minimal Sanat’ın en önemli öncülerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ona göre, 1962-1963’te yapılan ilk minimalist yapıtlar; resimde her türlü göz yanıltıcı görüntüyü ve öznelliği (subjetiviteyi) yadsıyan, heykelde ise fabrikada üretilmiş malzemeleri seçen ve endüstrinin uyguladığı seri üretim yöntemlerine öncelik tanıyan örneklerdi. Donald Judd , Carl André, Dan Fiavin, Robert Smithson, Mel Bochner, Robert Morris, Joel Shapiro, Walter De Maria, Robert Mongold, Brice Marden, Robert Ryman, Richard Serra ve Sol LeWitt akımın başlıca temsilcileridir.

Yalın strüktürler, postcubiste plastik anlayış ve sistematik uygulamalar “Cool Art”, “ABC Art”, “Serial Art”, “Primary Structures”, “Art in Process”, “Systemic Painting” gibi terimlerin Minimal Sanat kapsamında sık sık kullanılmasına yol açmış, ancak bunlardan hiç biri “minimal” sözcüğü kadar açıklayıcı olmadığından onun yerine geçememiştir.

1966 yılında New York, Jewish Museum’da bir minimalist heykel sergisi düzenlenmiş, üç yıl sonra La Haye’de gerçekleştirilen Minimal Sanat sergisi tüm Avrupa’da dolaşmıştır. Minimalistlerce ortaya konulan bir görüşe göre, sanatçının oynamaya başladığı “eleştirici” rolü, çağdaş yaratışa özgü bir özelliktir. Birçok güncel yapıt, sanatçısının araştırdığı,açıkladığı, sunduğu bir hedefi sergilemektedir. Minimalistlerin çoğu kendi sanatları hakkında ya da genel olarak sanat konusunda yazmışlardır. Donald Judd, Carl Andre, Dan Fiavin, Robert Smithson, Mel Bochner, Robert Morris ve Sol LeWitt’in sanatsal önerileri gerçekleştirdikleri işlerin aktif bir öğesini oluşturmaktadır.

Minimal Sanat’ta heykelin resimden çok daha büyük gelişmeler kaydettiği görülmektedir. Robert Mongold, Brice Marden ve Robert Ryman’ın çalışmalarında üçüncü boyuta geçme, gerçek mekânı kullanma isteği hissedilmektedir. Minimalist heykelde malzeme değişime uğramaz ve kendi niteliğini olduğu gibi ortaya koyar.

Hacim ve biçimler yalın ve geometriktir. Üç boyutlu çalışmalara yönelen çok sayıda ressamın geleneksel heykel sanatının sorunlarıyla uğraşmadan minimalist yapıtlar ürettikleri görülmektedir. Bu sanatçılar heykel alanını zaten iyi tanımadıklarından, biçimin ifadesi, iç yapının dışa yansıması ve yapıt üzerinde sanatçının kişiliğini yansıtan izlerin varlığı gibi özelliklerle ilgilenmemişlerdir. Buna karşın kendilerini normal ya da dev boyutlarda gerçekleştirdikleri küre, silindir, küp gibi temel biçimler ve yalın figürlerle sınırlamışlardır.

Biçimin son derece kişiliksizleştirilmesi ve plastik sözlüğün kısıtlanması Frank Stella’nın çok duyarlı olduğu bir  nokta olmuştur. Donald Judd (1928-) onun “biçimlendirilmiş tuval”lerindeki üç boyutluluk içeriğini anlayan ilk minimalistlerdendir.
Stella, bir diğer minimalistin, Carl André’nin de sanatsal gelişimine katkıda bulunmuştur. 1935’de doğmuş olan André, bir süre Stella ile çalışmış ve bu beraberlikleri sırasında Stella onu, heykellerinin dokunulmamış, çalışılmamış kısımlarının, üzerinde çalıştığı bölümlere oranla daha “heykel” olduğu yolunda uyarmıştır.

Aynı dönemde André para kazanmak amacıyla başka bir işte çalışmak zorunda kalmış ve demir yollarına girmiştir. Bu deney ona dış dünyayı iyice tanıma ve mekan gerçeğini kavrama olanağını vermiştir. O dönemden sonra heykel artık onun için, herhangi bir şeyi temsil eden, durağan bir nesne olmaktan çıkıp kendi kendisiyle, çevreyle ve insanla yeni ilişkiler kurabildiği sürece varolan bir nesne olmuştur. New York, Tibor de Nagy Galerisi’nde sergilenen “Crib, Coin, Compound” adlı yapıtları bunu ortaya koymaktadır. Anıtsal boyutta demir kirişlerden oluşan bu üç dev konstrüksiyon, çevre mekânı küçültüp sıkıştırarak seyirciyle doğrudan bir biçim ilişkisi kurar. Andre zamanla çalışmalarının yüksekliğini azaltarak bir “yer heykeli” geliştirmiştir. Bu yapıtında bir dizi düz plak yere basitçe sıralanır, burada heykel artık mekânı sıkıştırmaz ama bölmeden mekanda bir değişim yaratır. Carl Andre yapıtları genelde sergi süresince yaşar ve ardından sökülerek yalnızca kavram dünyasında kalırlar. Yapıtların her biri aynı malzemenin ve boyutların tekrarından ibarettir. Kullanılan malzeme sanayi sektöründen olduğu gibi alınmıştır. Bu işler için geçerli olan, biçimsel yalınlaşma, hazır malzeme kullanımı ve sanatçının malzemeyi kullanımıyla ilgili kişisel izlerine yer verilmemiş olması minimalist anlayışın en tipik göstergesidir.

Bu özellikler, Dan Flavin, Robert Smithson Mel Bochner, Robert Morris, Robert Grosvenor, Ronald Bladen, Brice Marden, Michael Steiner, Robert Ryman, Tony Smith ve Sol LeWitt gibi sanatçıların yapıtlarına da uygulanabilir.

Biçimle yeni mekansal ilişkiler yaratmanın bir diğer yolu da biçimi anıtsallaştırmaktır. D. Smith, R. Biaden, R. Morris, M. Steiner bu tür çalışan sanatçılardır. Yapıtın ilkel bir strüktüre indirgenmesi etkisini güçlendirmekte ve yalınlığıyla “heykel” ilk bakışta okunabilmektedir. Ayrıca yoruma yol açacak herhangi bir öyküsel ayrıntının bulunmayışı doğrudan biçimi algılamayı sağlamaktadır. Görülen, bir şeyin betimlenişi değil, ne ise odur.

Minimal Sanat ve Kavramsal Sanat arasındaki ilişkiler Sol LeWitt’in (1928-) yapıtında ve özellikle yaptığı açıklamalarda dile getirilmiştir. Sanatçının üç boyutlu çalışmaları bilimsel bir gelişmeyi ve hemen hemen matematiksel bir kuramı görselleştirir. Küpleri, küp armatürleri ve onların düzenlenişi seyircide estetik bir düşünceden çok zihinsel bir olaya katılım duygusu yaratır. Burada vurgulanmak istenen bir yandan, yalnızca kendi sistemine bağlı olan yapıtın özerkliği, öte yandan sanatçının olabildiğince açık bir biçimde ortaya koymaya çalıştığı kuramdır. Sol LeWitt’e göre, “Eğer bir sanatçı düşüncesini derinleştirmek isterse, keyfe ve rastlantıya bağlı kararlar olabildiğince sınırlanmalı, kapris, beğeni ve özentiler sanatsal uygulamanın dışında tutulmalıdır:” Sanatçı “gerçekleştirilmiş her sanat yapıtının gerçekleştirilmemiş sayısız çeşitlemeleri vardır” derken düşüncenin uygulamaya baskınlığını açıkça ortaya koymuştur. Sonuçta düşünce sanat ürününe dönüşür, sanat yapıtı olur, nesne bu yaratıcı düşünceye bir kısıtlama, bir sınırlama getirmez.

Bununla beraber Sol LeWitt önerilerini aşamamış ve çalışmaları fiziksel görünüme bağlı kalmıştır. Ancak, daha 1967’de “Artform” da yayınlanan “Kavramsal sanat üstüne paragraflar” konulu yazısında kullandığı “kavramsal” sözcüğü kısa bir süre sonra sanatsal bir ifadenin adı olmuştur.

1960 Sonrası Sanat, Semra Germaner, Kabalcı Yayınevi,1997
Minimal sanat
Jackson Pollock, Willem De Kooning, Mark Rothko ve daha birçok Amerikalı dışavurumcunun lirik soyutlamada gösterdiği olağanüstü başarının ardından, New York piyasasını bir resim bolluğu sarmıştı. 1950’li yılların sonundan itibaren, Frank Stella durumu böyle değerlendiriyordu, bu da onu, çok fazla kişisel ve fazla inandırıcı olmayan anlatımlardan kaçınmak için, bilerek yansız, hatta soğuk geometrik yapılar oluşturmaya yöneltti (bambaşka bir bağlamda, popart akımı da benzer bir amaçla yola çıkar).

Stella, her ne kadar Kenneth Noland veya Ellsworth Kelly gibi resmin önceliğini savunursa da, Don Judd, kendi hesabına, resim ve heykel arasındaki geleneksel sınırları aşmayı denen yalın bir modülün sistemli bir biçimde tekrarlanmasıyla her türlü plastik kuruluş biçimlerine karşı çıkar ve renkde sunduğu “üç boyutlu özgül nesne “ adını verdiği kavramı geliştirir. Güdülen amaç, son derece bağımsız bir biçimde ve izleyenin ola bildiğince dolaysız algılamasına sunulan nesnenin saf niteliğini öne çıkararak, sanatçının varlığını en az düzeye indirmektedir.

Aynı dönemde, ressam Ad Reinhardt (1913-1967), dokuz eşit kareye bölünmüş ve tek renkli siyah karelerden oluşan, sanatın ancak sanat için olabileceğini, kendini herhangi bir şeyle bağı olmaksızın, sanatın saf ve tek işlevi içinde tanımladığı Son Resimler’ini (Ultimate Paintings) sergiler.

Bu olağandışı kopma, Robert Morris’i, mekan içine yerleştirildiğinde, kendinden çok estetik çevrenin uyandırdığı ilgiyle izleyiciyi kendisiyle baş başa bırakan çok yalın hacimler yapmaya itti. Benzer bir yöntemle, Sol LeWitt, “öznelliğin tuzağından kaçınmak” ve sanatçının kişisel duygularından bağımsız, izleyiciyi özgür kılan özerk nesneler üretmek amacıyla, mantıksal önermeler geliştirdi. Plana göre bir zanaatçıya yaptırttığı beyaz yüzlü küpleri, dolaysız bir sessizlik yaratan ve son derece geniş bir yayılım gösteren sayısız düzenlemeler halinde ortaya çıkar. Sergi alanı içinde, düzenli aralıklarla yerleştirilmiş neon ışıklarının yardımıyla veya Rus heykelci Vladimir Tatlin’in eserlerini çağrıştıran durumlarla, tümüyle açık bir mekanın bir bütün olarak kavranmasını amaçlayan Dan Flavin de aynı tutkuyu paylaşır.

Yere konulmuş satranç tahtaları gibi levhaların, temel heykel anlatımını oluşturduğu heykelci Carl André’nin de katılımıyla, ilk kez 1964’te bir araya gelen bu dört sanatçı, nesnenin yeni bir şematik çeşitlemesini değil, nesnenin seyre sunulmaktan çok bireysel çevre deneyiminin dayanağı olarak ele alınan işlevinin böylece tersine çevrilmesini savunurlar. T.L.


Bir  Akım Olarak MinimalizmTülay Elgün
Minimalizm en genel biçimiyle minimal sanat ve ABD sanatı olarak da tanımlanıyor, 1960'ların sonlarında gör­sel sanatlar ve müzik alanlarında yansı­masını bulan bir yaklaşım olarak açıklanıyor. New York'ta ortaya çıktığı bi­çimde aşırı sadeliği ve nesnel yaklaşı­mı savunduğu belirtiliyor.  Bu akım Amerikalı sanatçıların öncülüğünü yaptıkları  ilk uluslararası hareket olarak ayrıca dikkat çekiyor.

Çağdaş sanatın indirgemeci eği­limleri ilk kez, Rus ressam Kazimir Maleviçin beyaz zemine yaptığı siyah ka­re" kompozisyonuyla onaya çıkmıştır. Minimalizm bu eğilimin doruğu olarak da tanımlanabilir. Akımın belirgin özel­liği, Amerikan Soyut Dışavurumculuğu­nun uzantısı olan ve 1950’lerde gelişen Hareketli Soyuta bir tepki olmasıdır. Donald Judd, Carl Andre, Dan Flauin, Tony Smith, Anthony Caro, Sol Le Witt, John MeCracken, Craig Kaufman, Robert Duran ve Robert Morris gibi Mi­nimalist heykelciler, "Birincil Kurgular" Jack Youngerman, Ellsworth Kelly, Frank Stella, Kenneth Noland, All Held ve Gene Davis gibi ressamlar da "Sert Kenar” olarak adlandırılan  resimler yaptılar.

Minimalistlerin hareketli soyutu reddetmelerinin temel nedeni, bu hare­keti aşırı kişisel ve hayali bulmalarıdır. Onlar bir sanat yapıtının kendinden başka hiçbir şeyi çağrıştırmaması gereğini savunmuş, her türlü çağrışımdan uzak kalmaya çaba harcamışlardır. İki boyutluluğu vurgulamak ve bütünüyle görsel izlenimler uyandırmak, temel amaçlarıdır. Bu nedenle sert kenarlara ve basit biçimlere çokça yer vermiş, ayrıca çizgisel bir anlatım sergilemişler­dir. En önemli esin kaynaklan "Soyut Dışavurumcu” resim öncülerinden Barnet Newman ve Ad Reinhard’tır. Bu sanatçıların donuk ve durgun yapıtları Minimalistleri derinden etkilemiştir.

Minimalist’lerin üzerinde yoğun­laştıkları "Sert Kenar Resmi”nde düz yüzeyler üzerinde genellikle geomet­rik, basit, büyük, biçimler bulunmakta­dır. Dış çizgilerin keskin olduğu bu ça­lışmalarda parçalanmamış parlak renk­ler geniş renk alanları meydana getirir. Bu özellikleri ile, bireysel anlatıma uy­gun her türlü düzenlemeye karşı çıkar ve geometrik soyutlamanın öteki türle­rinden kesinlikle ayrılır. Minimal sert kenar resmi basit nesnelerin anonim yapımı olarak tanımlanabilir.

En yeni sanat akımlarından olan Minimalizmin geçmişteki öncüleri Ka­zimir Maleviç, Yves Klein, Mondrian ve Brancusi'dir. Bu sanat 1960ların so­nunda Amerika'da başlamış, kısmen Avrupa'da da yansımasını bulmuştur. Temel özellikleri, izleyici ile yapıt ara­sında çarpışma yaratacak kadar yoğun bir etki sağlaması, ve sanatı en uç sı­nırlarına kadar zorlamasıdır. Minimal sanat izleyiciye önemli sorumluluklar yükleyen bir akımdır. İzleyicilerin bu anlayışla ortaya konmuş yapıtları çözümleyebilmeleri için güncel sanatı ya­kından izlemeleri gereklidir. Ayrıca bu yapıtların taşıdığı duygu ve düşünceleri, eleştirel biçimde değerlendirecek birikime sahip olmaları zorunludur. Kapitalist sistemin, birey insanı tüketici in­san konumuna indirgemesi, yoğunluk-derinlik-birikim gerektiren tüm uğraşlarda (ve en fazla açık sanat yapıtların­da) insan ile o uğraş arasında çok ciddi engeller yaratmaktadır. Hayatı en kolay biçimiyle yaşamaya güdülenen, "empati" ve "doyum"  gibi öğelerle, türetmek için yaşayan insan durumuna gelen ge­niş halk toplulukları; insan iç gerçekli­ğini, örtülü bir biçimde insan duyarlık­larına seslenerek aktarmayı amaçlayan sanat'tan ve düşünce metodu olarak tanımlayabileceğimiz felsefeden uzak tu­tulmaktadır. Popüler kültür ürünleriyle, mevcut iktisadi ve siyasi sistemin hegemonik baskısı karşısında bağışıklık ka­zanan kitleler "her türlü bireysel ve entellektüel sorumluluktan" uzaklaşmak­ta, soyut sanat yapıtları da ya uzman çevrelere ya da çok sınırlı insan toplu­luklarına seslenebilmektedir.

Öncü sanatın birbirine karşıt özellikler sergileyen akımlarının tümü­nü, Dada etkisiyle yapılmış "Action Painting"den (Eylemsel Resim) türemiş birkaç akıma indirgemek mümkündür. Burada da renklere dayalı ve "Geomet­rik Amerikan Soyutlaması”nın izleri belirgindir. Bu akımlarda temel ilke, ger­çeğe, nesnele ve maddeselliğe yönel­mek; derinlik, uzamı figür ve madde gibi aldatmacı unsurları reddetmektir. Ancak Van Gogh'tan Fütüristlere, Dada'dan Gerçeküstücülere, Soyut Dışa­vurumculara, Pop Sanata ve Minimal Sanata kadar hepsi alaycı, küçümseyici eleştirilerle karşılaşmışlardır. 1960 son­rası beliren yeni anlatım biçimlerinin, birbirlerinin süreği olması ilgi çekicidir. Ancak bir akımın doğuşu bir öncekinin sona ermesi anlamına gelmez. Bunlar aynı anda bir arada yaşamış ve kimi zaman da keskin dönüşler karşısında olduğumuz izlenimini doğurmuşlardır. Oysa bu durum çeşitli olanakların ye­niden uygulanması ve düzenlenmesin­den başka bir şey değildir. 1960 yılında bu anlayışın ürünü iki sanat topluluğu ortaya çıkmıştır. Bunlar "Yeni Gerçekçilik11 ve "Görsel Sanatlar   Araştırma"    topluluktandır. Yves Klein, Arman Rotella,  Rayse, Christo'nun oluşturduğu Yeni Gerçekçiler, nesnenin dilini kullanırken, Gör­sel Sanatlar grubu ise kesin ve geomet­rik anlatım yolunu benimsemişlerdir. Bu ekibin öncülüğünü Vaserely yap­mıştır...   1960-1962   yıllarında   New Yorkta iki akım daha belirir. Bunlar Frank Stella'nın başını çektiği zihinsel ve geometrik akım ile Lichtenstein, Oldenburg, Rosenquist, Segal, Warhol, Wesselmann'in öncülüğünü yaptıkları Pop-Sanat akımıdır.  Frank Stella'mn resmi en basit çizgilerine indirgediği Zihinsel-Geometrik    akım,    madeni renklere ve kişisellikten uzak yalın şe­ritlere dayanmaktaydı. Pop-Sanat ise günlük yaşam üzerinde yoğunlaşmış, nesneden çok görüntülerle ilgilenmeyi, bu konuda düşünmeyi tercih etmiştir.

19o0'lı yılların sonrasında Modern resimde özgünlük kavramının yitirilme­si sonucu Pop-Sanatla Minimal Sanat arasında ortaklıklar olduğu görüşü be­nimsenmiştir.  Bununla birlikte Pop-Sanatla Minimalizm arasında önemli farklar vardı. Toplumsaldan alabildiğin­ce uzaklaşan Minimalistler ayrıca sanat­çının kendi bireyselliğini de gizleyen yapıtlara yönelecek kadar keskin nok­talara varmışlardı.

Minimalist Ressamlar
Frank Stella
Stella 1959'da, bütün simetrik de­senleri uyarlama yolunda önemli bir karar almış ve bu doğrultuda biçimleri büyüklük küçüklük düzeninde yorum­lamaya başlamıştır. Bu resimlerde, kompozisyonun değişik parçalarının birbirleriyle dengelendiği; bağıntılı re­sim anlayışına karşıt bir resim anlayışı sergilenmeye çalışılıyordu. Aralık yanıl­samasını gidermek için, yaptığı düzen­lemelerde, sabit bir renk yoğunluğu kullanmaktaydı. Ayrıca figür etkisini bi­linçli olarak yok etmeye çalışırken "özellikle tek renkli şerit resimlerinde" düz alan boyamalanna yönelmişti. Öz­gün biçim verilmiş tuvalleri, resme aktarılan öznel motifler aracılığıyla res­min dış yapısı arasında uyum sağlama istek ve ihtiyaçlarından kaynaklanmış­tır. Sanatçının Minimal hareket içinde değerlendirilmesinin en temel nedeni, yetkinlikle gerçekleştirdiği "indirgeme anlayışı" olmuştur.
Kenneth Noland
Sanatçının resimleri genel olarak, yumuşak, dekoratif, güzel, zarif ve an­laşılır olarak değerlendirilmiştir. No­land, hedef tahtaları, zikzak formlar, yıldız biçimleri gibi basit ve geometrik motifleri sıkça kullanmış, figürü, astar­lanmamış tuval zemini üzerine lekeler halinde sürerek işlemiştir. 1966'daki ça­lışmalarında, geniş renk şeritleriyle iki yana uzatılmış elmas biçiminde tuval­ler kullanmış ve bu resimlerindeki im­geler dikkatleri  resmin  yüzeyinden yanlara çekecek şekilde yerleştirilmiş­tir.
Jules Olitski
1965 yılından başlayarak "Betim­lenen Biçim" olarak tanımlanan resim­lerini yapmıştır. Bu resimler tabancayla boyanın püskürtüldüğü ve renk alanla­rıyla çizgisel işaretlerin ekonomik kul­lanıldığı çalışmalardır. Ortaya büyük hacimli tuvaller üzerinde çok renkli ve atmosferik bir sisin dilimlere ayırdığı dikdörtgen şekiller çıkmıştır. Olitski daha sonraları lastik süpürge ve fırça ile boyalan püskürtmeye başlamış, de­ğişik teknikler uygulamıştır.
Ellsworth Kelly
Figür-zemin bağlantısını engelle­meye ve yassılığı korumaya çalışan Kelly, "sert-kenar" ressamı olarak anılmıştır. ince ve zarif kurşunkalem de­senleri, sanatçının düzenli soyut biçim­lerini, doğadan aldığı izlenimini doğur­maktadır. 1960flann ortalarında geo­metrik biçimleri daha sert bir hal almış, ayrıca, iki-uç titrek renk alanına bölün­müş tuval serileri üzerinde çalışmaya başlamıştır. Sonraları tek renk tonunda, lekesiz boyanmış farklı panolar üzerin­de çalışmış, bunları bir araya getirerek değişik bileşimler yaratmaya çabala­mıştır. Bu çalışmaların işlevleri, yalnız-ca renk, yüzey ve formatla İlintiliydi. Kelly bu yöntemle resimselliği yenilgi­ye uğrattığını düşünmüştür. Boyanmış dikdörtgenleri betimlemekten öte, ger­çekten temsil etmeyi amaçlamıştır. Ya­ni yapıtı resimsellikten arındırarak nes­ne olarak izleyicinin karşısına çıkarmış­tır.

Minimal Heykel Donald Judd, Robert Morris, Sol Lewit ABD'de heykel alanında Minimal sanatı yaşatan isimlerdir. Frank Stella'nın araştırmalarından esinlenen bu sanatçılar, galvanizli demir, lama çelik, perdahlı bakır gibi gereçler kullanmış­lardır. Temel amaçları gereci gereç ola­rak kabul ettirecek bir biçim yaratmak ve biçimi bozmayacak bir gereç kul­lanmaktır. Minimal sanatın temeli dü­şünce ve tasarlama olduğu için bu hey­kellerin çoğu fabrikalarda sanayi yön­temleriyle yapılmaktaydı.

1960'ların ortalarında bazı öncü­ler, bilgisayar-laser gibi teknolojik araç­ların sanatçının kullanımına verilmesini savunurken, büyük bir Amerikan fir­masının katkılarıyla 1968'de New York'ta "The Machine" adlı bir sergi aç­tılar. Sanayi-teknoloji buluşmasını amaçlayan bu sergi, sanatçıların tekno­lojik ürünler karşısında ezilmesinden ve; yapıtların pahalı ama önemsiz oyuncaklar düzeyine indirgenmesin­den başka bir sonuç doğurmamıştır.

Minimal heykel olduğu gibi kul­lanılan ya da sanayi boyalanyla parlak renklere boyanmış basit ve büyük geo­metrik biçimlerden oluşmaktadır* Bu biçimler cam elyafı, plastik, metal lev­ha ya da alüminyumdan yapılmaktay­dı. Minimal heykelde de temel amaç, yapıtın nesnel ve ifadesiz olmasıydı.

Minimal Müzik
Minimalist müziği en çok etkile­yen sanatçılar, müziğiyle Erik Statie, estetiğiyle John Cage'dir. Modem mü­ziğin karmaşık ve entellektüel düzeyi yüksek üslubuna karşı çıkan besteciler, yalın kompozisyonlarla kolay müzik yapıdan üretmeye başlamışlardır. Ör­neğin "La Monte Young" bu anlayışın ilginç elektronik kompozisyon örnekle­ridir. Birkaç -^ses perdesi kullanılarak gerçekleşen bu çalışma, müziği geliştir­mek için kullanılan çeşitleme tekniğini hemen hemen ortadan kaldırmıştır.

Türkiye'de Minimal Sanat
Ülkemizde Minimal sanatın önde gelen temsilcisi Adnan Çoker'dir. Sa­natçı 1964-1968 yıllanndan bu yana, geometrik soyutlamaya ve konstrüksi-yonu öngören resim anlayışını kişisel bir sorun gibi algılayarak aktarmakta­dır. Çöker biçimlerin sunuşunda oldu­ğu gibi rengi en yalın biçimine indirge­miş, daha sonra sergilediği "Minimal Simetrilerde tutumunu daha da arındırmış ve düşünsel yoğunluğunu çeşitle­melerle tuvale aktarmıştır. Resimlerin­de evrensel ve metalik siyah yüzeyleri renk olarak değil; derinlik ve tuvalle bütünleşen bir soyut duygusu olarak yorumlamıştır. Sanatçı, "altın oran" ku­ramcılarını anımsatacak ölçülü bir ritmnlayışıyla "form" kavramını alabildiği­ne yüceltmiş ve minimal anlamda pürizmin sınırlarını genişletmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder