Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Hellenistik Dönem Mimarlık

Helenistik Dönem Mimarlık
Hellenizm döneminde Yunan mimarlığı Ege ve hattâ  Akdeniz ülkelerinin dışına çıkmakta, büyük monarşi­lerin kapladığı geniş alana yayılmaktadır. Genel karakteri bakımın­dan bu mimarlık klâsik Yunan mimarlığını sürdürmekte ve eskiye bağlı bir nitelik taşımaktadır. Dor, iyon ve Korint düzenleri bu dönem­de de varlıklarını korumakta, bunlara dördüncü bir düzen katılmamaktadır.

Bu dönem Dor düzeni bazı yenilikler kaydetmekle beraber geri­leme belirtileri de göstermektedir. Sütunlar yüksek ve ince şekiller almakta, başlıklar küçülmekte, triglif frizinin arşitrav'dan daha yüksek yapıldığı ve sütun eksenleri arasına rastlayan triglif, dolayısıyla metop sayısının arttığı göze çarpmaktadır.



 Dor tapınakları perípteros ya da próstilos plânındadır. Bunlara örnek olarak Bergama'da Atena ve Ilion'(Truva) daki Atena, Kos Askelepieion'undaki Asklepios (her üçü de perípteros), Rodos'taki Atena Lindia , Samotrake'deki Misterler veya Bergama'daki Hera Basileia tapınakları (hepsi próstilos) gösterilebilir. Bergama yöresindeki Mamurtkale tapınağı ise in antis plânındadır. İyon etkisi altında kalmış bir Dor tapınağı hakkında Bergama'da yukarı Agora tapınağı bir fikir vermektedir. Triglif frizinden ötürü Dor düzeninde olan bu küçük bina kaideli sütunları ve yeni bir şekil alan başlıklarından ötürü İyon ve Dor elemanlarını ahenkli bir surette karış­tırmakta, ayrıca nefis işçiliğinden ötürü dikkati çekmektedir.


Dor düzeninden daha büyük bir rol oynayan İyon düzeninde yapıl­mış tapınakların başında Miletos yöresinde Didima'daki Apollon tapınağı gelir .

 
Pers'ler tarafından tahrip edilmiş arkaik tapınağın  temelleri üzerinde M. Ö. 300 yılına doğru anıtsal bir dipteros olarak yapılmağa başlanmış olan bu binada ölçüler o kadar büyük tutul­muştu ki  tapınak yüzyıllarca üzerinde çalışılmasına rağmen bitmemiş olarak kalmıştır. Bu tapınak aynı zamanda bir kâhinlik ocağı olduğundan plânı normal tapınak plânından ayrılmakta, bina aynı eksen üzerinde, fakat zemin düzeyleri farklı derin bir pronaos, ortasında iki sütun bulunan dik­dörtgen bir salon ve etrafı yüksek duvarlarla çevrili bir açık avlu şeklinde bir cella'dan meydana gelmektedir. Avlunun gerisinde İyon düzeninde próstilos tarzında tapılmış küçük tapınak Apollon heyke­lini kapsıyordu. Bu tapınağın yanında kutsal kuyu ve bir de defne ormancığı yer alıyordu.

Sardes'teki Artemis tapınağı , son araştırmaların göster­diği gibi, çeşitli zamanlarda yapılmış olup M. Ö. 3 üncü yüzyılın ilk yarı­sında bir çifte "templum in antis " şeklinde idi; sütunlar kare kaideler üzerinde duruyordu. 2 nci yüzyılın ilk yarısında ise buranın etrafı iki sütun ekseni genişliğinde bir sütun çemberiyle çevrilmiş, bu suret­le tapınak bir psevdodipteros halini almıştır. Fakat ölçülerinin büyük­lüğünden ötürü bu tapınak ta, Romalı'lar zamanında üzerinde çalı­şılmış olunmakla beraber, bitmemiş olarak kalmıştır.


M. Ö. 2 nci yüzyıl ortalarına doğru ünlü mimar Hermogenes tara­fından Menderes Magnesia'sında yapılmış olan Artemis tapınağı bir psevdodipteros olup cella ile sütun çemberi arasındaki bağlantılarının dakikliği ve oranlarının ahengiyle göze çarpmakta, aynı  zamanda bu mimarın iç mekân problemleri üzerinde de durmuş olduğunu açığa vurmaktadır. Bu tapınakta kullanılan sütunların başlıkları düz hat şeklinde bir "kanalis" ile birleştirilmiş kıvrımlar ve Attika-îyon kaideleri kapsamaktadır. Saçaklıkta ise bir friz yer almaktadır.

Korint düzenine gelince bu düzenin ancak meşgul olduğumuz dö­nemde başlı başına bir varlık haline geldiğini görürüz. Bu düzen birçok mimarlık unsurlarını İyon düzeninden almakla beraber her taraftan görülmeye elverişli akant (kenger) yapraklarıyla süslü sütun başlıkları ve konsollu kornişleriyle kendini belirtmektedir. En çok Suriye kral­lığında geliştirilmiş olduğu anlaşılan bu düzende yapılmış tapınaklar arasında Kilikya'da Olba'daki (Uzuncaburç) Zeus (M. ö. 3. yüzyıl) , Karya'da Lagina'daki Hekate (2 nci yüzyıl), ya da Atina'da Suriye kiralı Antiyohos IV tarafından M. Ö. 174 yılında büyük bir dípteros halinde yaptırılmaya başlanmış, fakat ancak imparator Hadrianus zamanında tamamlanabilmiş olan Zeus Olimpiyos tapınağı gösterilebilir.

Aynı dönemde plâtform şeklinde yüksek kaideler üzerinde ekseri hallerde üç tarafı portiklerle çevrili anıtsal sunaklar da yapılmıştır ki, bunlara örnek olarak Priene'de Atena  veya  Magnesia'da Artemis  tapınaklarının cepheleri önünde yer alan sunaklar gösterilebilir. Fakat bu çeşit sunakların en büyüğü kral Eumenes II tarafından Bergama'da başlı başına bir teras üzerinde yaptırılmış olan Zeus sunağıdır ki, bu sunağın kaidesini ya da iç kısımlarını süsleyen kabartmalardan aşağıda bahsolunacaktır.






Bir dönemde birbirine merdivenlerle bağlanmış çeşitli teraslar üzerinde tapınak, sunak ve başka yapılardan ibaret külliyeler de ya­pılmıştır kî, bunların en tanınmışları arasında Rodos'ta Lindos akropo­lünün en yüksek yerinde iki teraslı olarak bina edilmiş olan Atena Lindia (3 üncü yüzyıl)  veya Kos'ta (Istanköy) daha hafif meyilli bir arazide üç teras şeklinde yapılmış Asklepios külliyeleri (2 nci yüz­yıl) gösterilebilir.
Hellenizm dönemi şehir plânları hakkında esaslı bir fikir edinmek mümkün oluyor. Meselâ İskenderiye ve Antakya'da yapılan sondajlar bu şehirlerin daha önceleri Miletos (5 inci yüzyıl) ve Priene'de (4 üncü yüzyıl)  uygulanmış olan Hippodamos sistemine  göre düzenlenmiş olduklarını, dümdüz sokakların arasına, gerektiği zaman birçok adaları içine almak suretiyle, resmî meydanlar ve resmî binaların büyük bir ustalıkla yerleştirilmiş olduğunu açığa vurmuştur.


Engebeli bir arazide kurulmuş bir şehre örnek olarak Bergama gösteri­lebilir  ki bu şehirde düz inşa alanları elde etmek üzere yapıl­mış teraslar önemli bir yer almakta, bunların kuvvetli istinad duvar­ları ya da binalarıyle desteklendiği ve çeşitli yapılar yanında iki katlı stoa'larla  teçhiz edildiği, aynı zamanda yayvan bir S şekli gösteren kaldırımlı bir ana yolla birbirine bağlandığı görülmektedir.

 

Bergama'nın daha küçük bir örneğini Edremit körfezi ağzındaki Assos'ta ya da Aigai'da buluyoruz. Bütün bu şehirler o çağda büyük bir gelişim geçiren muhasara araç­larına dayanabilecek güçte ve tümüyle taştan yapılmış surlarla çevril­mişti. Bunlara bir örnek olarak Latmos (Bafa) gölünün kuzey-doğu köşesinde yer alan Herakleia surları gösterilebilir ki büyük bir kısmı ayakta duran bu surlar 6,5 km. uzunluğunda olup 65 kule ile güçlendirilmiş bulunmakta ve seğirdim yolunun önünde mazgallı bir siper duvarı yerine pencereli bir duvar (epalksis) kapsamaktadır . Sur bedeninin içinde üzerleri düz veya kemerli mekânlar (kazematlar) kapsayan bir suru Antalya bölgesinde Side liman şehrinde buluyoruz . Bu şehrin iki ana kapısının gerisinde birer avlu bulunmakta idi ki, bu avlulu şehir kapılarına M. Ö. 4 üncü yüzyıldan başlayarak Yunanistan'ın birçok şehirlerinde (meselâ Atina, Korint, Mantineia v.d.) ve Anadolu'da (meselâ Perge, Silyon, Priene, Assos, Bergama) rastlamak mümkün oluyor.


Hellenistik dönem evlerine dair Priene ve Delos'ta kazılarak mey­dana çıkarılmış olan evler bir fikir vermektedir. Priene'de avlulu evler ön safta gelmekte, avluya açılan ve oradan hava ve ışık alan mekânlar arasında cephesinde ante'ler arasında iki sütun kapsayan bir ön mekâna (prostas) sahip megaron tarzında diğerlerinden daha büyük ve daha yüksek bir oda dikkati çekmektedir (prostas evi) . Fakat M. Ö. 3 üncü yüzyıldan başlayarak peristil'li evler de yapılmaktadır. Bunlar Delos'ta ön plânda gelmekte , bu evlerin bazılarında orta avlunun bir "pastas" ile  birleştirildiği görülmektedir.
Meşgul olduğumuz çağda İskenderiye, Antakya, Bergama ve Ma­kedonya'da Pella ve Palatiça'da büyük saraylar yapılmış, bunlar havuzlar ve çeşitli pavyonlar kapsayan büyük parklarla çevrilmiştir. Bu saraylardan birçoğu bize kadar gelmemiştir. Bingazi dolaylarında Ptolemais şehrinde kazılmış olan saray iç avluları ve bunların etrafını Bu evler ve sarayların yanında resmî binalar için belirli tipler vücuda getirilmekte ve bunların bazı küçük değişikliklerle tekrarlan­dığı görülmektedir : Uç tarafı U şeklinde portiklerle, açık olan dördün­cü tarafı ise şehrin ana caddesiyle sınırlanmış agora'lar, tek ya da çift katlı stoa'lar , kapalı küçük tiyatrolar şeklinde toplantı binaları (bulevterion, eklesiasterion) , limanlarla ilgili binalar ve çeşitli tesisler, fener kuleleri (bunların en ünlüsü İskenderiye feneri idi) , gençlerin idman yapmalarını ve tahsil görmelerini müm­kün kılan gimnasyonlar, yarışmaların yapıldığı  stadion'lar


Hellenizm dönemi tiyatroları 4 üncü yüzyıl tiyatrolarının devamı­dır. Bunlara bir örnek olarak iyi bir durumda zamanımıza kadar gelen Priene tiyatrosunu  ele alacak olursak binanın seyirciler yeri (teatron), orkestra, yuvarlak meydanı ve skene (sahne) binası olmak üzere yine üç esas kısımdan meydana geldiğini görürüz.

İlk zamanlar aktörler orkestra'da, proskenion'un önünde oynuyorlardı. Fakat M. Ö. 2 nci yüzyıl ortalarına doğru bunlar, bugün saptayamadığımız neden­lerden ötürü, zamanımızdaki sahnelerde olduğu gibi, proskenion'un üzerinde oynamağa başlamışlardır ki, bu durum sahne binasında bazı değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Nitekim skenenin gerisine bir ikinci kat katılmış, bu suretle oyun için bir fon sağlanmıştır. Aynı hali başka birçok tiyatrolarda da görüyoruz.

Hellenizm mimarlığında kralların türlü bayramlar ve şenlikler münasebetiyle geçici bir zaman için yaptırmış oldukları lüks binaları da anmak gerekir. İskender'in buyruğuyla Babil'de Makedonyalı'ların Pers kadınlarıyla evlenmeleri dolayısıyla birkaç gün içinde yapılan çadır bu hususta tipik bir örnek olarak gösterilebilir. Son derece süslü başka bir çadır Mısır'da Ptolemaios II tarafından bir şölen münasebe­tiyle yaptırılmıştı. Hellenizm dönemi yazarları Mısır krallarının Nil'de büyük sallar üzerinde yükselen köşklerini ya da Sirakuzai tiranı Hieron'un inşa ettirmiş olduğu hem yolcu, hem de yük taşıyan büyük bir gemiyi o dönem mimarlığının şaheserleri olarak göstermek­tedirler.

Hellenistik mezar yapılarına bir göz gezdirecek olursak Makedon­ya, Trakya ve Teselya'da üzerleri tonoz kemerlerle örtülü bir mezar odası ve bazen zengin bir fasadla süslü bir önodadan ibaret tümülüs altı yapılarla karşılaşırız. Bunlar çok zengin eserler kapsamakta ve ölü ekseri hallerde kline şeklinde bir taş yatak üzerinde yatmaktadır. Tümülüs altı mezarların yanında kaya mezarları da geniş bir alana yayılmış bulunmaktadır. Bunlar arasında Anadolu'da Termessos'taki Alketas mezarı ya da Amasya'daki Pontos kıral mezarları gösterilebilir.

Çeşitli plânlara sahip oda ve koridorlardan ibaret yeraltı mezar külliyeleri de revaçtadır. Bunlar arasında Fenike'de Sidon (Sayda) mezarları veya İskenderiye’deki katakomb'lar zikrolunabilir. Ölen ve tanrılaştırılan hükümdarlar için (meselâ Lisimahos, Selevkos I) yüksek kaide (podium) üzerinde tapınak şeklinde anıtsal mezarlar yapıl­maktadır. Halikarnassos mausoleum'unun geleneğini sürdüren bir mezar anıtına Efesos yöresinde Belevi'de rastlanmıştır.


Muhtemelen Suriye kiralı Antiyohos II için M. Ö. 246 yılında yapılmış, fakat bitmemiş olarak kalmış olan bu bina yüksek bir kaide (fakat içi boş) üzerinde etrafı Korint sütunlarıyla çevrili bir salon kapsa­makta, kaidenin içine Makedonya tarzında üzeri tonoz kemerli iki mekândan ibaret ve kline şeklinde bir lahit kapsayan bir mezar ilâve edilmiş bulunmaktadır Binanın damı muhtemelen basamaklı bir piramid şeklinde düşünülmüştü.
Ana metin: Ege ve Yunan Tarihi, Prof. Arif Müfid Mansel, Türk Tarih Kurumu


Anadolu Helenistik Merkezlerinin Mimarisi
MÖ 334'te Avrupa'dan Çanakkale'ye geçen İskender’in kurduğu, bir ucu Orta Asya'da olan imparatorluk onun ölümünden sonra parçalandı. Birçok böl­gede idaresi Yunanlılar'ın elinde, fakat halkı Yunan olmayan, Yunan ve yerli kültür geleneklerini değişik oranlarda birleştiren yeni kültür ortamları ve ba­zen tamamlanmamış sentezler ortaya çıktı. Anadolu'da bu çağ sentezinin Yu­nanlı bileşeni daha kuvvetlidir. Bugünkü Türkiye topraklarında Helenistik kültürün en önemli merkezleri Batı Anadolu'da Efesos, Pergamon (Bergama) ve Hatay'da Antiocheia (Antakya) idi. Efesos, bütün Antik devir boyunca İyonya'nın en büyük merkezi olarak kalmıştır. Pergamon, Helenistik krallıklardan birinin başkentiydi. Antakya ise Selevkoslar Krallığı'nın önemli merkeziydi.

 Helenistik Çağ mimarisi, günümüze kadar yaşamış olan Anadolu ya­pılarında, oldukça yeterli şekilde temsil edilmektedir. Genellikle İyonya mimarisinin daha önceki çağda ortaya koyduğu özelliklerin devam ettiği söylenebilir. Efesos'ta ünlü Yunan Çağı tapınağının temelleri üzerine yapı­lan Artemis Tapınağı (Artemision) (MÖ 334-250); Miletos'un güneyinde Didima'da kâhinleri ve görkemli boyutlarıyla ünlü, bitmemiş Apollon Tapı­nağı (MÖ 4. yüzyıl) ve Pergamon'da Atina'nın Dorik yapılarının etkilerini gösteren Atena Tapınağı (MÖ 3. yüzyıl başı) klasik Yunan geleneğini sür­düren yapılardır. Herhalde Doğu etkilerinin yavaş yavaş yoğunlaşmasına bağlı olarak MÖ 2. yüzyılda daha pitoresk, akıl yerine hissi daha çok yeğleyen yeni bir mimari anlayış ortaya çıkar. Daha abartılmış oranlar ve boyut­lar, derin ve çok kolonlu pronaoslar, daha zengin bir silme sistemi, daha yo­ğun bir süsleme eğilimi bu çağın yapılarında kendini belli eder.


Bu çağ tapınakla­rının ilgi çeken özelliklerinden biri naos etrafındaki revakların rahat bir saçak altı teşkil edecek şekilde genişletilmesidir (sahte-dipteros ta­pınaklar). Çift sıra kolon konulma­sı gereken bir açıklığa tek kolon koyarak daha rahat bir mekân hissi yaratan bu düzenin yaratıcısının Hermogenes olduğu sanılmaktadır. Kendisi aynı zamanda İyonya'da kullanılagelen klasik mimari dü­zenlere ait detaylarda da bazı yeni­likler ortaya koymuştur.

Helenistik Çağ'ın mimari ala­na asıl katkısı Roma Çağı'nda kul­lanılacak olan birçok yapı tipinin bu sırada geliştirilmiş olmasıdır. Büyük bir çoğunluğu Batı Anadolu'nun eski merkezlerinde olan bu yapılar arasında, Pergamon şehrinde Kral II. Eumenes'in Anadolu'daki Galatlar üzerindeki zaferini kutlamak için yaptırdığı ünlü Zeus Sunağı (Altar), Miletos ve Priene gibi Helenistik kentlerde bulunan kent meclisleri (buleuterion) ve gimnazyum (MÖ 2. yüzyıl) gibi yapılar belirtilebilir.


 Helenistik Çağ'da büyük sütunlu yollar, kent meydanlarını süsleyen iki katlı revaklar (stoa) -Miletos'taki 160 metre boyundaydı- aksiyal kompozisyonlar, anıtsal merdivenler gibi, sonradan Roma Çağı'nda anıtsal mimarinin sözlüğünde önemli yer tuta­cak olan biçimler gelişmiştir.

Genellikle Yunan mimarisinin yabancı etkiler altında ve artık bir kent toplumunun değil, fakat krallık ve imparatorlukların ekonomik ve kültürel ortamında gelişen yeni bir aşaması olan bu mimarinin yanı sıra, Anado­lu'nun Batılı merkezlerle ilgisi daha az olan bölgelerinde, eski Yakındoğu uygarlık merkezlerindeki geleneklerden etkilenen yaratmalar da olmuştur. Bunlar içinde Adıyaman civarında Nemrut Dağı üzerinde Kommagene Kra­lı I. Antiokos'un büyük mezar anıtı, tasarımı bakımından yabancı gelenek­lerle karışan Yunan sanatının Anadolu topraklarındaki ilginç bir uygulama­sıdır (MÖ 1. yüzyıl). Antiokos'un büyük mezar anıtını süsleyen kral ve tan­rıların kolosal statülerinde, Batı'daki hareketli ifadeciliğin unutulduğu eski Mısır ve Iran heykelinin statik havası görülür.


Çağlar Boyunca Türkiye Sanatının Ana Hatları
Anadolu/ Yunan ve Roma Çağı Sanatı, Doğan Kuban , Remzi





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder