Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Eşref Üren


Eşref Üren 1897’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray muhafızı Fehim Paşa ‘nın oğludur. İlk ve orta öğrenimini Bursa ‘da tamamladıktan sonra, eski adı Sanayi-i Nefise olan şimdiki Güzel Sanatlar Akademisi’ne girerek, burada Hikmet Onat ve Çallı İbrahim atölyelerinde çalıştı. 1928’de ilk kez kendi olanaklarıyla Paris’e gitti. Bir yıl süreyle Paris’te Lhote ve Friesz atölyelerinde öğrenimini pekiştirdi. 1938’de ve 1962’de iki kez daha Paris’e gitti. İlk resim çalışmalarını Galatasaray sergilerinde göstermiş olan Üren, sonradan “D” Grubu’na katıldı. Uzun yıllar resim öğretmeni olarak Sivas, Erzurum ve Ankara’da çalıştı. Bu görevden emekliye ayrıldı. 1939’dan bu yana devlet sergilerine aralıksız olarak katılan Üren, dördüncü sergide üçüncülük, yedinci sergide ikincilik, yirmibeşinci sergide ise birincilik ödüllerine değimli görüldü. Yurtdışında da çeşitli sergilere resim vermiş olan sanatçının, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde, özel ve resmi koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. Özel sergilerinin yapıldığı tarihler 1945, 1967, 1969 ve 1975’tir. Retrospektif anlamda en geniş sergisi ise, 15 nisanda Ankara’da Vakko Sanat Galerisi’nde açıldı. Eşref Üren’in bu sergisi 7 mayıs tarihine kadar açık kalacak.

Doğum tarihleri 1900 dolaylarında olan kimi ressamlarımız gibi Eşref Üren de kişisel sergi düzenlemekten özellikle kaçınmış, ya da bu tür sergileri kendisi dışındaki kurumların ve kişilerin özel çabalarına bırakmış bir sanatçıdır. İlk kişisel sergisi 1945’tedir.

Bu tarihten uzunca bir süre sonra, 1967’de Ankara’da Doğuş Galerisi’nde düzenlenen ve aşağı yukarı bütün dönemlerini özel ve resmi koleksiyonlardan derlenmiş yapıtlarla sunan geniş çaptakı sergiyi, İstanbul’da 1969 ve 1975 tarihlerini taşıyan iki ayrı sergi izlemişse de, bunlar retrospektif olmaktan çok, sanatçının son ürünlerini kapsa yan sergilerdir genellikle



On yıla yakın bir aradan sonra, Ankara’da ikinci kez aynı nitelikte, yani Eşref Üren’in koleksiyonlardan sağlanan en eski resimleriyle daha yenilerini bir araya getiren, eski çalışmalarıyla yenileri arasında bir karşılaştırma yapma olanağını veren ilginç bir sergisi daha yapılmış oluyor. Eşref Üren’e, bu sayılı sergilerin ötesinde, tam anlamıyla “velüt” bir kişilik sağlayan nedenlerin başında çok sık çalışması, durmadan kendini aşma çabası göstermesi gelir. Gerçekten de sergiyi hazırlamak ve düzenlemekle görevli olanlar, Üren’in eski tarihlerden ‘bu yana çeşitli ellere dağılmış resimlerini koca bir salona sığdırmakta güçlük çekmişler, ister istemez birçok resmi, sergi-dışı bırakmak zorun da kalmışlardır. Üstelik. ellerinde Eşref Üren’den resim bulunup da söz konusu sergiye sanatçının yapıtlarını bırakanlar, bu sergiyle de sınırlı değildir. Araştırılmış olsa, sanırım sergideki resimlerin bir o kadarı daha bulunup çıkarılabilirdi. Resimle uzaktan yakından ilgili hemen her kişide, sanatımızın bu yaşayan ustasından birer ikişer resim bulunması Üren’in sanatla bütünüyle özdeşleşen, yaratıcılıkla paralel yürüyen yaşamını, gücünü ve sürekli deneyini kanıtlamaya yeterlidir.

Sanata adanmış bir yaşam
Sergi salonunu dolduran ve özel koleksiyonlarla birlikte İş Bankası ve Milli Kütüphane’deki resimlerin bir bölümünden denenen 192 resim, doğrudan doğruya sanata adanmış bir yaşamın ve duyarlığm ürünleri olarak izleyicide ilk bakışta sonsuz bir hayranlık ve saygı uyandırıyor.

Yağlıboya, pastel, kurukalem ve desenler, ortalama kırk yıllık bir gelişme evresinin verimleridir. Dikkat edilirse gelişme evreleri değil, gelişme evresi diyorum. Çünkü, Paris’te Andr Lhote üslübunun etkilerini Villon yakınlığıyla birlikte yansıtan portre türündeki resimler dışında, 1930’lardan bu yana kesiksiz bir duyarlık, doğa yorumu, sevecen bir bakış halinde uzayan bir sanat etkinliği söz konusudur. Bu kesiksiz etkinlik, hem ele alınan konularda, hem bu konuları değerlendirme yönteminde ve bakış açılarında kendini göstermektedir. Daha çok peyzaj ve natürmort türleri üzerinde yoğunlaşan bir bakış açısıdır bu. Onun resimlerini belirli bir gruba ya da ekole mal etme olanağı da pek yoktur. Gerçi Türk resminin Batı etkisi paralelindeki kısa tarihi içinde Eşref Üren, izlenimci kuşak ressamları arasında anılmıştır öteden beri. Ne var ki, aynı kuşak içinde anılan başka ressamlarımız gibi Üren’de de izlenimci duyarlık, belirli tanımların çerçevesi içinde değildir. Doğaya ve dış nesnelere resimsel değerlerin oluşturulması açısından duyulan hayranlık, izlenimci çerçeveyi bir anlamda kırmıştır. Eşref Üren’de izlenimci anlayışa yakıp gibi görünen duyarlık ürünlerini, bir yandan Avrupa’da izlenimcilik sonrası resim li deneyim kanıtlamaya ye terlidir. Akımlarıyla ve özellikle Bonnard ekolüyle, öte yandan kesin bir sınır saptamamakla beraber bir tür “navité” ilişkili görme olanağı vardır. Bu ikinci özelliği, resme gençlik döneminde girişine bağlamak elbette yeterli değildir.

Üren, Bursa Ziraat Mektebi’nde okuduğu yıllarda Çallı’yı Yeşil Türbe’ nin resmini yaparken görmüş ve o zamana kadar içinde gizli bir özlem halinde kapalı kalmış olan resim güdüsü, verimli bir çağın kapılarını açmıştır. Kendisiyle yapılan konuşmaların birinde (Varlık, 464) daha küçük yaşlardan itibaren resme ilgisi olduğu halde, bu dalı bir meslek olarak seçişinin bu olayla ilintisi bulunduğunu belirtiyor. “Sanayi-i Nefise”de Hikmet Onat ve Çallı atölyelerinde öğrenimiyle birlikte, 1928’de ilk gidişinde André Lhote, 1938’de ikinci gidişinde Othon Friesz yanıdaki Paris çalışmaları, 1940’lara kadar gelen resimlerinde temel sanat sorunlarının çözümü için sağlam, ipuçları oluşturmuştur. Bu ipuçlarının yankılarını, sözünü ettiğim dönem resimlerinde bulabiliyoruz. Anatomik etüdler, desen, renk ve leke üçlüsünü, edinilen bilgilerin, atölye disiplinlerinin odağına oturtma çabaları, bu dönemin ürünleridir. Resmin yapısal yönüne eğilim, bu sergide ilginç bir bölüm oluşturan portrelerde, Lhote ilkeleri doğrultusunda kendini göstermektedir. Bu ilkeleri bir bakıma temelde saklı tutmakla birlikte, katı kurallardan ve atölye disiplinlerinden derece derece uzaklaşma, kendi kişiliği ve duyarlık birikimi üzerinde yayılma eğilimleri, 1940’lardan sonra etkinliğini duyurmaya başlar. Daha Özgür bir palet egemendir bu resimlerde. Sivas ve Erzurum’da geçen öğretmenlik yıllarının biriktirdiği Anadolu’ya özgü içli sentezler, yöresel konular, Ankara’ya yerleşmesinden sonra daha da belirginleşmiştir.

1962-63 yıllarını, kapsayan üçüncü ve son ‘Paris gezisi, Üren’deki doğaya kişisel bakışın boyutlarını daha da genişletmiştir. Artık Orta Anadolu’nun, bozkırın içli şiirini söyleyen, bu şiiri renkte ve çizgide kalıcı kılmaya çalışan bir usta yorumcudur Üren. Kurtuluş parkını, başkentin bulvarlarım, ağaçların yeşeren görüntüsünü, karla örtülü evleri, kış mevsiminin bozkır yaşamına özgü dinginliğini, parklarda koşup duran, oynayan çocukların sevincim resmine konu yapar. Bu resimlerdeki kendine özgü içtenliği, benzeri konuları işleyen başka resimlerden kolayca ayırabilir dikkatli bir göz. Yalınlığın, alçak gönüllülüğün, içtenliğin ve gerçek bir doğa sevgisinin toplamı biçimlenmiştir Eşref Üren’in resimlerinde. Gösteriş ve sapma yoktur. Yeşiller, sarılar, mavi, kahverengi ve griler, görüntü nün temel niteliklerini ve resmin piktüral dokusunu oluşturur. Renkçi bir anla yış, doğa sevgisinin ayrıntılarıyla kolayca bağdaşır. Gene de bir ayrıntılar ressamı değildir Üren. Ayrıntılardan çok, görüntünün bütününden hareket eder: ama, bütüne hakim olan derin ayırıcı çizgiler ve nitelikler, geniş fırça izleri altında hemen kendini belli eder. Sık sık parklara, bahçelere gider, oralardan sıcak izlenimler alır. Sergide bu tür izlenimleri yansıtan ve çoğunluğu küçük kağıtlara, defter sayfalarına çizilmiş çok sayıda desen ve taslak vardır. Özellikle de 1962 Paris izlenimlerini konu alan pastel desenlerin önemli bir bölümü, sanatçının elinde kalan çalışmalar dan derlenmiştir. Üren, bu küçücük taslaklarda, sanatçı duyarlığının ve doğa karşısındaki içten tutumunun yansımalarını gözler önüne sermiştir. Doğaya, çevreye ve insanlara, peşin yargılarla bakmıyor Üren; ne görüyor ve ne duyuyorsa onun resmini yapıyor. İçtenliği, daha çok bu tutumundan ötürüdür.

Eşref Üren’in çoğunluğu kalın kartonlar üzerine yapılmış olan ve zamanın yıpratıcı etkisi karşısında özen ve dikkat gerektiren resimlerinin bir bölümü, bu serginin hazırlığı nedeniyle elden geçirilip onarılma şansına ulaştığı için de, sanatçısı adına kendimizi mutlu saymalıyız. Böylece retrospektif sergi, aynı zamanda bir restorasyon olanağı da yaratmıştır. Milli Kütüphane koleksiyonunda olup da çeşitli nedenlerle kendi hallerine terkedilmiş resimler, bu olanaktan yararlanmış bulunuyor. Öte yandan özel koleksiyonlara ve sanatçı dostlara büyük Oda içi resimleri (intrieur) ve natürmortlar, Eşref Üren’in öteden beri sevdiği konulardır. (…)
Kaya Özsezgin, Milliyet Sanat





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder