Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Klimt, Gustave

Gustav Klimt (1862-1918 )
Gustav Klimt, 14 Haziran 1862’de Viyana yakınlarında Baumgarten adlı küçük bir köyde doğdu. Ailenin yedi çocuğundan Gustav ve kardeşi Ernst, güzel sanatlara duydukları ilgi ve resimde gösterdikleri başarı üzerine Viyana Uygulamalı Sanatlar Okulu’na kabul edildiler. Buradaki ilk öğretmenleri Ferdinand Laufberger’nin her ikisi üzerinde de büyük etkisi olacaktı. Çünkü Laufberger’den, mozaikten freske, mimari resimden dekoratif resme değin çeşitli teknikleri öğreneceklerdi. Özellikle Gustav ilerde birbirinden çok değişik tüm teknikleri deneyecekti. Klimt Kardeşler’in önceleri fotoğraftan hareket ederek, portre çizmeleri (üstelik modele tıpatıp benzeyen portreler) ve hemen ardından mimari resme geçmeleri birbirini izler. Daha eğitimlerini bitirmeden, Fiume, Bükreş, Karlsbad gibi kentlerde çeşitli villaların duvarlarını resimlediler. İlk önemli işleri, 1886-86 yıllarında yaptıkları, Viyana’daki Burgtheater’in tavan resimleridir. Burada istenilen, tavanın tiyatro tarihinden çeşitli sahnelerle donatılmasıydı. Klimt bunu gerçekleştirmek için mitolojiden, antik tiyatrodan başlayarak tüm tiyatro tarihini öğrendi. Edebiyat ve tiyatro dünyasıyla tanışması, ilerde pek çok eserini etkileyecekti. Orada ilk kez gerçekçi resimle süsleme sanatını ya da dekoratif sanatı bir arada kullanıyordu.

Gustav Klimt, çalışmayı kardeşi Erng Klimt ve ressam Franz Matsch’la birlikte sürdürdü. 1890 yılında bu üçlüye yapılan bir öneri, Gustav Klimt ‘in sanatında yepyeni ufukların açılmasına neden oldu. Kunsthistoriches Musseum’un (Viyana Sanat Tarihi Müzesi) duvar resimlerini, fresklerini tamamlamaları isteniyordu kendilerinden. Müzeyi resimlemeye Avusturya’nın ünlü ressamı Hans Makart (1840-184l) başlamış, ancak 44 yaşında ansızın ölümüyle iş yarım kalmıştı. Gustav Klimt grubunun yapması gereken, eski Mısır İmparatorluğundan, 16. yüzyıl Floransa’sına de tüm sanat tarihini duvarlar üzerinde yansıtmaktı.  Daha önceki deneylerinde gerçekçi tutumu ve tarihe olan bağlığıyla övgü kazanmış olan Gustav Klimt, bu kez de müzelere, sanat tarihi kitaplarının sayfaları arasına kapanarak malzeme toplama ve ön hazırlık çalışmalarına girişti; Aynı zaman da öğrencilik döneminden hayran kaldığı Makart’ın resmini alabildiğin inceledi. İki yıl gibi kısa bir süre sonunda müzenin -resimlenmesi tamamlanmış ve sonuç Avusturya’nın tüm sanat. ‘otoritelerini” şaşkına çevirmişti. Burada, tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm biçimleri, stilleri büyük bir uyum içinde kullanmıştı. Müzede Gustav Klimt’in resimlemesi gereken on bir alan vardı. Sanatçı-alanlardan herbirine allegorik bir figür yerleştirdi. Her figür, sözgelimi bir- mumya, bir tanrıça, bir melek gibi kendi konusuna özgü resim stillerini yansıtıyordu. Yine de bunların tümünün alabildiğine çağdaş özellikleri ve  nitelikleri vardı.

Gerek Burgtheater’de,  gerek Sanat Tarihi Müzesi’ndeki duvar resimleri, yalnız özgün bir ressam ortaya koymakla kalmıyor aynı zamanda özgün bir ressamın kendini aşmasına, büyük bir sanatçı olma yolunda dev adımlar atmasına yol açıyordu. Neydi bu resimlerde görülen ve daha sonra tüm tablolarında dikkati çekecek öğeler. Her şeyden önce sonsuz bir  barok zevki vardı. Alabildiğine yoğun süsleme öğeleri, bunların bir araya, üst üste yığılması, duvardaki bir  alanın ya da tuvalin üzerini nerdeyse tablonun dışına taşacak kadar çok bin bir biçimle doldurması, Makart’dan miras” aldığı barok zevkini ortaya koyuyordu. İlk dönemlerindeki fotoğraftan hareket ederek sürdürdüğü çalışmalar, yaşamı boyunca onu etkilemekten geri kalmadı. Örneğin, piyanist Joseph Pembauer, ünlü aktör Josef Lewinsky portreleri, kişilerin aslına tıpatıp benzemektedir. Ancak bu portreleri çevreleyen bir” su”, bir “süs”, bir “çerçeve” ile sanatçı söylemek istediğini söylüyor, kişiye ya da olaya kendi yorumunu, kendi görüşünü ve eleştirisini getiriyordu. Giderek portreyi, kişiyi, tablonun dört bir yanından sarıp çeviren bu “çerçeve” kırıldı ve içindeki figürler, biçimler boşluğa yayıldı.

Daha- sonra örneğin, bir Bizans tapınağının tüm zenginliğini bir Viyanalı kadının giysilerine, hatta etine, tenine doladı Klimt. Sanat Tarihi Müzesi’nde bir Yunan heykelinin içine oturmuş Tanrıça Athena, aslında en son ve en yeni sevgilisinden başka biri değildi. “Sonsuza dek seveceği” dönemin ünlü stilisti Emilie Flöge’ün çeşitli portlerinde, saçlarına doğanın tüm çiçeklerini, bedenine tüm ışığını verdi. Alma Mahler’i (besteci Mahler’in eşi), bir mitoloji sahnesinde ölümsüzleştirdi. En ünlü tablolarından biri olan “Judith 1” adlı tablosunda Richard Strauss’un “Elektra” operasında oynayan Bahr Mildenberg’den esinlendi.


Dönemin pek çok yazarına esin kaynağı olan Maria Beer, onun tablolarında bir şiire dönüştü. Kadınlar ya da sevgilileri (aslında ikisi arasında pek fark yok, çünkü tüm kadınları seviyordu, hepsine aşıktı) en büyük esin kaynağıydı Gustav Klimt için. Sürekli şıktı. Eserlerinde, kadın ve aşk aracılığıyla güzeli, şiirsel olanı yakalamaya çalıştı.

Kimi resim eleştirmenleri ve kuramcıları Freud’le Klimt arasında (ikisinin de Avusturyalı olmaları dışında) bir koşutluk kurmaya, Klimt’in de Freud gibi her olaya, her insana cinsiyet açısından yaklaştığını belirtmeye çalışıyorlar. Ancak bizim izlenimimiz şu ki, Klimt’te Freud’daki gibi kadını “eksik yaratılmış yaratık” olarak görme eğilimi yok.


Gustav Klimt, giderek artan ününü 1900’lerden sonra daha da artırdı. Aslında ününün artmasına neden olan olay üzücüydü: Eğitim Bakanlığı ondan Viyana Üniversitesi’nin Felsefe, Tıp ve Hukuk fakültelerine resimler yapmasını istedi. Eserler dört yıl sonunda tamamlandığında, tümü “ ahlaka mugayir” bulunup geri çevrildi. Aynı tarihten sonra, devletten bundan böyle hiç bir yardım almak istemediğini, tüm önerileri geri çevireceğini belirten sanatçı, kabul edilmeyen üç eserini dünyanın başka başka yerlerinde sergileyerek ününe ün kattı.

Yaşamı boyunca etkilenmekten hiç çekinmeyen, hatta yalnız belli akımların değil, çeşitli ressamların da etkilerine açık olan Gustav Klimt, başka ressamların, grafikçilerin, tüm sanatçıların malzemelerini alıp kendi kültür anlayışı ve sonsuz sanat tarihi bilgisiyle yoğurarak kendine özgü eserler olarak ortaya çıkardı.


6 Şubat 1918’de Gustav Klimt öldüğünde, geriye bıraktığı eserlerin “şiir”i, “aşk”ı, “duygu”yu dile getirdiği çok söylendi. Bu geriye bıraktığı eserler arasında bir de “kendi portresi” vardı: Bir yürek biçiminde Gustav Klimt.
Milliyet Sanat Dergisi, Zeynep Oral

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder