Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Bizans Sanatı

Bizans Sanatı
İlkçağ’ın son yüzyıllarında sınırları Atlas Okyanusu kıyılarından Basra Körfezi’ne kadar uzanan Roma İmparatorluğu, 3. yüzyıldan itibaren ciddi krizlerle karşılaşmaya başlamıştı. Konstantin (Constantinus) bu büyük devleti Roma’dan yönetmenin güçlüğünü kavramış olduğundan askeri, politik ve ekonomik bakımlardan avantajlarını sezdiği, iki kıtayı ayıran Boğaziçi kıyısındaki Byzantion yani bugünkü Istanbul’u 11 Mayıs 330’da büyük bir törenle ikinci başkent yaptı. 1.Theodosius ise, 395’de Roma İmparatorluğu’nu, Batı ve Doğu olmak üzere iki ayrı idareye bölerek, Bizans İmparatorluğu’nun temelini atmış oldu. 19.yüzyılın Batılı tarihçilerinin Bizans İmparatorluğu olarak adlandırdığı devlet, aslında Roma İmparatorluğu’nun başlıbaşına bir varlık halinde bütün Ortaçağı kaplayan Doğu bölümünden başka bir şey değildir. İkiye ayrıldıktan az sonra Batı Roma, Barbar akınlarıyla parçalanıp dağılarak yok olurken, Doğu bölümü yepyeni bir canlılıkla gelişiyor ve değişik bir uygarlığın kurucusu oluyordu. Bu devlet Roma İmparatorluğu’nun bir parçasından meydana gelmiş, onun içinden doğmuş olmakla beraber ondan Hıristiyan olduğu için inanç, 6.yüzyıldan itibaren Grekçeyi resmi dil olarak kabullendiğinden dil, komşusu olduğu Yakındoğu’nun etkisinde dünya görüşü bakımından ondan farklıydı.

Doğu Roma imparatorları, bu devletin son gününe, 1453’e kadar kendilerini “Romalılar’ın Hükümdarı” olarak hissetmişler ve unvanlarını daima böyle kullanmışlardır. Komşuları da onlara “Romalılar” demişlerse de, modern tarih bilimi tarafından bu devlet ayrı tarihi bir varlık olarak kabul edilmiş ve ona başkenti Byzantion’un adı yakıştırılarak Bizans İmparatorluğu denilmiştir. Böylece Bizans İmparatorluğu adı, gerçekte hiçbir zaman var olmamış, yakıştırma bir kavram olmakla beraber artık herkesçe kabul edilmiş ve yerleşmiştir. Nitekim bu devletin kalıntısı olarak kalan halka biz, Romalı'dan bozulmuş olarak Rum demekteyiz. Bizans İmparatorluğu Büyük Roma İmparatorluğu’nun doğu parçası olmakla beraber, Boğaziçi kıyılarında yeni bir başkente sahip olmuş, 4.yüzyıldan itibaren de Hıristiyanlığın meşru bir din olarak kabulü ile Hıristiyan bir devlet olmuştur. 6.yüzyıl içlerine kadar Bizans Devleti’nde Roma İmparatorluğu’nun resmi dili Latince ile birlikte, sahip olduğu Doğu topraklarının egemen dili olan Grekçe beraberce kullanılıyordu. Ancak 6.yüzyıldan itibaren yalnız Grek dili hâkim olmuş ve böylece kalmıştır.

Bizans Uygarlığı, Akdeniz’in doğu bölgesinde, Roma İmparatorluğu’ndan alınan devlet sistemiyle yönetilen Hıristiyan inancında ve eski Grek dilini kullanan bir topluluğa dayanır. Bizans Sanatı da bu topluluğun, Doğu Akdeniz çevresindeki topraklarda meydana getirdiği çeşitli sanat ürünleridir. Doğu Roma ve Bizans İmparatorluğu, başta Anadolu olmak üzere, Trakya ve Balkanlar’a, Makedonya, Sırbistan ve Yunanistan’a sahip olmuş, uzun süre Kuzey İtalya’da bir bölgede hakim olmuştur. Doğu’da İslamiyetin çıkmasına kadar Suriye, Filistin ve Mısır’ın sahibidir. 6. yüzyılda bütün Kuzey Afrika’yı ele geçirmiş, burayı İslamiyetin yayılışına kadar elinde tutabilmiş ve İspanya’nın doğu kıyılarında kısa süreli bir yönetimi olmuştur. Bütün bu topraklarda Bizans uygarlığının izleri, anıları kalmış, Bizans sanatını gösteren eserler yapılmıştır. Bizans sanatı bu kadar geniş bir alana yayılan ve uzun bir yaşamı olan bu devletin sanatıdır. Ortaçağ’ın bu dönemde en önemli dünya devleti olduğuna göre, yakın ilişkisi bulunan çevreler ve ülkelere etkileri ve aynı çağın başka sanat çevreleriyle de karşılıklı sanat alışverişleri vardır. Bizans sanatı adı verilen ve Bizans İmparatorluğu’nun uygarlık tarihindeki varlığını gösteren sanat, halkının bir kısmının dili Yunanca olduğu için bir Yunan Sanatı sayılmamalıdır. O, Akdeniz çevresindeki insanların, Hıristiyan inancı meydana getirdikleri bir sanattır ve ana kaynağı Anadolu topraklarıdır. Anadolu’nun çok eski çağlardan beri insanlarının yaratıcı gücü ve kendilerine özgü gelenekleri ve bilgileri İlkçağ’ın Yunan-Roma Uygarlıklarının deneyimleri, Akdeniz’ kavimlerinin tarihin en karanlık çağlarına kadar inen görgü ve zevkleriyle birleşerek bunlara yakın ilişkisi olan Doğu Asya’nın bilgi, eğilim ve görüşlerini de katarak Bizans sanatının bütününü bir sentez halinde ortaya koymuştur. Bu sanatın ana gücünü aldığı yer Anadolu olduğuna göre, özü de Anadolu sanatıdır. Makedonya, Yunanistan, Suriye ve Mısır ile Kuzey Afrika’daki eserleri, birer eyalet sanatı ürünleridir.     

4. yüzyılın ilk yarısında Hıristiyanlığın serbest bir inanç haline gelmesiyle 4 ve 5. yüzyıllarda bu sanat bir geçiş dönemi geçirmiş ve Yunan-Roma dünyasının geleneklerini yeni inanca uydurmaya çalışmıştı. Ön geçiş döneminin eserleri gerek biçim, gerek süsleme bakımından henüz İlkçağ’ın Roma sanatına sıkı sıkıya bağlıdır. Ancak Hıristiyanlık buna değişik bir anlam vermiş ve onu kendi hizmetine sokmuştur. Bizans sanatının başlangıcı kesin bir çizgi ile ayrılamaz. Bu yüzden ilk yüzyılların sanatına Erken Hıristiyan Sanatı da denilir.


Bizans sanatı 1000 yıllık yaşamı boyunca üç büyük ve birbirinden farklı özellikleri olan devirlere sahip olmuştur. Geçiş döneminin arkasından gelen İlk veya Erken Bizans Dönemi 5. yüzyılın sonlarından 726 İkonoklazma akımının başlamasına kadar sürer, bu ilk parlayış dönemi İmparator Iustinianos (527-565) zamanında önemli ve büyük eserlerini verdiğinden bu imparatorun adıyla da anılır. Bu dönemde Bizans sanatı, Hellenistik ve Roma sanatı geleneklerinden alınan motifleri kullanmaya, geliştirmeye devam etmekle beraber, Yakındoğu’nun sanat ve duyuş unsurlarıyla estetik zevklerinin sanata sızmasından kurtulamamıştır.

Bizans İmparatorluğu 7.yüzyıl sonlarına doğru çok önemli iç ve dış krizler içine girmiştir. 8.yüzyılda kilise ve manastırların baskısına karşı bir tepki belirdi. Bunda Anadolu’dan gelen bazı Hıristiyan mezheplerinin görüşleri de rol oynamış olmalıydı. 726’da başlayan, her türlü dini resimlere (tasvir) karşı olduğu için Ikonoklazma (resim, tasvir aleyhtarı) denilen akım, kilisenin ve manastırların güçlerini de kırarak Bizans sanatında çok önemli bir değişikliğe yol açmıştır. Dini resimler yasaklanmış ve tahrip edilmiş, manastırlar kapatılarak, içlerindeki rahip ve rahibeler laik hayata girmeye zorlanmıştır. Bu akım 842’ye kadar sürdü. İkonoklazma’nın tamamen bezemeye dayanan ve dini olmayan sanatı da 842’den sonra yok edildi.

Ikonoklazma’ya karşı kilisenin zaferiyle başlayan Orta Bizans Dönemi 842’den 1204’ekadar sürer ve Bizans sanatının ikinci parlak dönemini, kendine özgü karakterini bulduğu bir devreyi meydana getirir. Bu devirde önce Makedonyalı denilen İmparator Basileios sülalesi, sonra da Komnenos sülalesi egemen olmuştur. Bu devir Bizans uygarlığının İslam uygarlığı ile birlikte karanlık çağ denilen Ortaçağ’da, İlkçağ’ın bilgi ve Doğu’nun sanat zevkini egemen kıldıkları bir dönemdir.
Bizans İmparatorluğu 12. yüzyıl sonlarında tekrar bir kriz içine girmiş, önce 1071’de Anadolu’ya giren ve inanılmaz bir hızla ilerleyerek, burada Selçuklu Devleti’ni kuran Türkler önünde kendisini besleyen ve gereğinde askeri gücünü sağlayan topraklarını kaybetmiş, arkasından bitip tükenmez iç huzursuzluklarla sarsıntılar geçirmeye başlamıştır. Tahtından düşürülen bir imparatorun daveti üzerine Haçlı seferlerinin dördüncüsü 1203’de İstanbul önüne gelmiş, fakat tahtına geri dönen hükümdarın sözünü tutmaması üzerine de 1204’de kenti işgal ederek Bizans Devleti’ni dağıtmıştır. Haçlı şövalyeleri Bizans’ın toprakları üzerinde küçük derebeylikler kurmuşlar, İstanbul’u da bir Latin Krallığı başkenti yapmışlardır. Parçalanan Bizans ise yaşamını küçük prenslikler halinde sürdürmüş, bunlardan İznik Prensliği başındaki Mikhael Palailogos 1261’de İstanbul’u geri alarak Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmıştır.

Bizans sanatının son dönemi bu dağılmanın bitimi olan 1261’den başlar ve kesin sonu olan 1453’e kadar sürer. Ancak, Palaiologoslar sülalesinin hüküm sürdüğü bu dönemde Bizans kısa süreli bir canlanıştan sonra 14. yüzyıl ortalarından itibaren hızlı bir gerileme ve çöküş gösterir. Sanat varlığı da 1350’lerden başlayarak 1453’e kadar hemen hemen yok gibidir. Son dönemde Bizans’tan kopmuş Trabzon Devleti, Mora, Epiros Despotlukları gibi küçük devletlerde, özü Bizans karakterinde olmakla beraber kendilerine özgü özellikleri bulunan mahalli sanat ekolleri doğmuş ve gelişmiştir.
Sevami Eyice


Bizans Klasikçiliği
Bizans, 843'te tasvirlerin yeniden serbest bırakılmasıyla sona eren dinî ve siyasî bunalımın ardından, 1204 yılına kadar sa­natın yüceltildiği güçlü ve parlak bir dönem yaşar, ikonaklazma bunalımı öncesindeki figür ge­leneği yeniden canlandırılır; ama söz konusu bunalımın etkisiyle içerik ve üslupta bir yenileşme görülür.

İmparatorun saygınlığını ve devletle din arasındaki sıkı bağı yansıtarak yeni bir yoğunluk kazanan bu sanat, zenginliği, üstün teknik özellikleri ve Hıristiyan esinini, Doğu adetlerini ve klasik rönesansı ustalıkla harmanlamasıyla üstünlük ka­zanır. Sanat Makedonyalılar döneminde güçlü, ölçülü ve kurallara bağlıdır. Büyük ölçüde Antikçağ modellerinden esinlenir (Harbaville üçkanatlısı). Komnenoslardan başlayarak yeni özellikler belirir: fildişi işçiliğinin gerilemesi, mozaikten minyatür ikona yapımı, bazen özentili daha düz bir üslup, psikolojik kaygılar (Vladimir Meryem'i).

Kilise mimarîsi, bir kare içine yerleştirilmiş Yunan haçı biçi­minde, daha küçük boyutlarda ve kubbe kasnağı üzerinde yer alan bir kubbeyle örtülü yapıların (Fokis'teki XI. yy'a ait Hosias Lukas Nerezi'deki XII. yy'a ait Sveti Pantelejmon) belirmesiyle önemli bir gelişme gösterir.

 Yapıların sade dış yüzleri, bazen, donanıma gösterilen özen, tuğla ve taş sıralamalarıyla bir bezeme kaygısını ortaya koyar. İçeride önceki dönemlerin bezeme zenginliği korunmuştur. Gene de, temaların kilise içindeki dağılımı, tanrısal dünyanın küçük evreni olarak algılanan bu yapının değişik bölümlerine bağlanan simgesel niteliği daha çok göz önünde bulundurur: İsa, gökleri simgeleyen kubbede yer alır; yeryüzündeki hayatın simgesi olan şahında İsa’nın, din şehit­lerinin veya azizlerin yaşamından tasvirler bulunur. Kudas ayininin yapıldığı, gökle yer arasındaki geçiş yeri olan koro bölümü, Kurtuluş'un simgesi olan bir Çocuklu Meryem'le bezenecektir. Üzerinde çizgiyle çevrilmiş fi­gürlerin belirdiği altın zeminli mozaikler, bu dönemde yaygın olarak kullanılır; bu, Bizans kültürünün olağanüstü yayılımını gösterir. San Marco'da (Venedik), Torcello'da, Kiev'de, o sırada Hıristiyanlığı yeni benimsemiş olan Rusya'da, hatta Yunanis­tan'da, Bizanslı mozaikçilerin bazen sade bir üslupla (Dhafni) gerçekleştirdikleri anıtsal yapılar bugün de hayranlıkla izlenir.

Bu dönemde ikona sanatı da ilerleme gösterir. Eski cila tekniği yerini temperaya bırakır. İkonaların yapımında veya bezen­mesinde fildişi, mine, minyatür mozaik ve kuyumculukta işlenmiş metaller yaygın biçimde kullanılır. Bunlardan bugün Moskova'da bulunan Vladimir Meryem'i in­celiği, kompozisyonu ve esin kaynağı olan duygu yumuşak-lığıyla XII. yy Bizans sanatının en güzel örneklerinden biridir. 1155 yılında Vladimir'e gelen bu ikona, Rusya'da çok değer verilen bu temayı ele alan ilk örnek sayılır.


Venedik'teki San Marco ha­zinesinin bugün de tanıklık ettiği gibi gösterişli sanatlar da aynı şekilde büyük bir gelişme için­dedir. Bizans'ın ustalığını ve lüksünü en iyi temsil eden tek­nikler arasında bölmeli mine işlerine, Makedonyalılar döne­minden başlayarak özel bir ilgi gösterilir. Dinî ve dindışı sa­natlarda yaygın biçimde kulla­nılan mine işleri, Bizanslıların çok renkli süslerden ve Doğu kökenli bu teknikten ne kadar hoşlandıklarını ortaya koy­maktadır. T.L.



Son Rönesans

İstanbul'daki, Latin İmparatorluğu'nun yıkılmasından ve Palaiologosların 1261'de kenti geri almasından sonra Bizans bir bakıma yeni bir refah ve sanatta gelişme dönemine girer.
Mimarîde geleneksel biçimler, daha zengin planlar ve daha güzel dış cephelerle devam ederse de, diğer sanat dalları için aynı şey pek söylenemez. Gerçekten de pahalı bir teknik olan mozaiğin, Bizans sanatının yayılmasını teşvik edecek olan freskler ve ikonalar karşısında gerilediği görülür. Gene de dönemin ba­şında, resim tekniğinden açık bir biçimde etkilenmiş kaliteli se­ramiklerin üretimi sürdürülür: renk sayısı artar, çizgiler akıcılaşır, ayrıntılar daha fazla eşelenir ve model daha belirginleşir.

Freskler veya ikonalar önceki dönemlerde tanımlanmış biçimsel ilkelere uymakla birlikte kısmen İstanbul'da gelişmekte olan hümanist anlayıştan veya mistik arayışlardan kaynaklanan yeni özellikleri sergiler. Buna örnek olarak Khora Manastır Kilisesi'ndeki (bugün ibadete kapalı olan ve müze olarak kullanılan Kariye Camii) mozaiklerde Anastasis (« Cehenneme İniş ») sahnesi verilebilir: figürlerdeki soyluluk ve incelik, kompozis­yonun dinamizmi ve belli bir derinliğin  yakalanması;  Yunan-Roma geleneğiyle ilişkili özelliklerdir.


Bu sanata damgasını vuran başka özellikler de vardır: duyguların belirtilmesindeki çekingenlik, XIII. ve XIV. yy Makedonya kiliselerindeki fresklerde görülebileceği gibi bazı tasvirlerdeki gerçekçilik veya gotik inceliğin damgasını taşıyan XV. yy eserlerinin incelmiş ve çizgisel tarzı. Ayrıca, ikonografi temaları hikâyeye daha fazla yer verir. Meryem'in ve İsa'nın ço­cukluğu, havarilerin misyonu ve çektikleri acı, azizlerin hayatı... Gerek manzaralar gerek mimarî eserler İsa'nın çilesinin tasvirinde dokunaklı da olabilen canlı ve renkli bir kalabalığın hareket­lendiği bir mekânı yaratır.


Bizans sanatı bu anlatıma yeni eğilimlere karşılık, gerçeği tasvir etmeyi ve böylece kutsal ve dogmacı niteliğini kaybetmeyi hep reddetmiştir. Bizans sanatı, tasvirle soyutlama, insanî olanla tanrısal olan arasındaki o ince dengeyi hep koruyacaktır; bu durum yapısını oluşturan Doğulu ve Hellen öğelerinin yansımasıdır. Bu anlayış, 1453'ten sonra Güney ve Doğu Avrupa'da, özellikle de Rusya'da devam edecek ve Batı sanatını da etkileyecektir. Ancak, Batı sanatı, XIII. yy'dan başlayarak coşku verici bir sanat olan « gerçek » anlayışı içinde yol almaya başlayacaktır. T.L.

Prof.Dr. Semavi Eyice, Türkiyede Bizans Sanatı, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel Yayınları

Bizans Mimarlığı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder