Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Büyük Selçuklu Mimarisi- Türbeler ve Kümbetler

Büyük Selçuklular zamanında camilerde olduğu gibi, türbelerde de gelişme Karahanlılara ve Gaznelilere bağlanmaktadır. İlk yıllardan Tuğrul Bey zamanından iki mezar anıtı kalmıştır. Bunlar, İsfahan’ın güneyinde Abark Kümbet-i Ali ve Damgan’da Cihil Duhteran (40 kızlar) adlı kümbetlerdir. Her ikisi de 448 (1056) yılında yapılmıştır. Abarkûhdaki kümbet birçok bakımlardan daha önce İran’da yapılmış kümbetlerden farklıdır. Burada, yüzeyleri dümdüz alçak sekizgen gövde üzerine halen kubbe ile örtülü bir yapı ile karşılaşıyoruz. Arap Ata türbesi ve diğer Karahanlı yapılarından tanıdığımız tromp şekillerine benzer mukarnaslardan zengin ve geniş bir plastik kuşak, üst kenarın etrafını çevirmektedir. Bunun altında da ince bir kitabe kuşağı vardır. Kubbenin üstünde aslında sekizgen bir piramit külah olup olmadığı kesinlikle belli değildir. İran’daki diğer kümbetlerin hep tuğladan yapılmış olmasına karşılık Kümbet-i Ali’nin taştan bir abide olması ilgi çekicidir.XI. y.y. m ilk yarısından Hazer denizi güneyinde kalan Lacim, Resget ve Batı Radgan’daki kümbetler gibi diğer mezar anıtları yukarı doğru incelmeyen düz silindir biçiminde tuğla yapılar olup, abidevi karakterleri zayıftır. Buna karşılık Kümbet-i Ali daha alçak gövdesine rağmen üstteki iri mukarnas frizi ve kitabe kuşağıyla tamamen abide bir etki uyandırır.


Tuğrul Bey zamanından kalan ikinci mezar anıtı, Damgan’da Cihil Duhteran (Kırk Kızlar), tuğladan silindrik gövde üzerine konik külahlı bir kümbettir. Düz olarak yükselen tuğla gövdenin üst katlarında geniş bir küfi kitabe kuşağı, bunun altında ve üstünde tuğlaların değişik dizilmesinden meydana gelen birer geometrik kuşak ve yukarıya doğru kenarları taştan çift kirpi frizi ve baklavalardan ibaret ince bir kuşakla konik çatıya intikal etmektedir. Türk Sanatı, Oktay Aslanapa

Harakan Kümbetleri
Gazvin-Hemedan arasındaki Harakan bölgesinde bulunan ve İran Selçuklu sanatının pek çok özelliğini biraraya getiren erken tarihli iki kümbet, yöre halkı arasında Koşa İmam (çifte imam) adıyla bilinir. Birbirinden 30 m uzakta yapılan bu iki mezar anıtı sanat tarihine I. ve II. Harakan kümbetleri olarak geçmiştir. I. Harakan Kümbeti’nin girişindeki yazıtta Alparslan döneminde, 1067-1068 yıllarında Ebu Said Bicar ibn Sad takafından Zencanlı mimar Muhammed bin Mekki’ye yaptırıldığı yazılıdır. Tamamiyle tuğladan ve sekizgen planlı olarak yapılan kümbet, köşelerinden silindirik payelerle desteklenmiştir. Üstünü örten külah bugün yok olduğu için sadece alttaki kubbenin tuğla örgüsü görülür.


Her cephede iki yandan silindirik payelerle sınırlandırılan yüzeyler, sivri kemerli yüzeysel nişler, yatay bordürler ve daha küçük elemanlarla bölünerek uyumlu bir düzenleme halinde sunulmuştur. Tuğlaların farklı biçimde dizilmesiyle elde edilen değişik örgüler, her kesimde ayrı bir motif düzeni verir. Kümbetin yedinci cephesindeki büyük sivri kemerli sağır niş, tamamiyle tuğla örgüye dayanan geometrik düzenlemesiyle göze çarpar. Sivri kemerin iki yanındaki üçgen köşeliklerin düz derzli yatay örgülerinden sonra, üstteki kafi yazılı kitabe kuşağına geçilir. Bunun üstünde, altı köşeli yıldızlar oluşturan geometrik bir örgü bulunur. Bu kompozisyona çok benzeyen örneklere Anadolu’daki eserlerde rastlanması, iki ayrı çevrede gelişen sanatın bağlantısını kanıtlar.

İlkinden 26 yıl sonra, 1093’te yapılan II. Harakan Kümbeti’nin (1093) mimarı, Zencanlı Meali bin Mekki’dir. Tamamiyle çıplak tuğla tekniğine dayanan kompozisyonlar her cephede benzer bir bölümleme şemasıyla uygulanır. Kubbe başlangıcına kadar, sivri kemerli yüzeysel niş, kitabe şeridi ve bunun üstündeki dekoratif panoyla zengin bir düzenleme gösterir. Bu cephenin alt kesimindeki pano, birbirine bağlanan gamalı haçlar ve aralarındaki boşluğu dolduran küçük rozetlerden oluşur. Bu panonun üstündeki yatay dikdörtgen alan, her birinin içi farklı örneklerle dolgulanmış üç küçük mihrap motifiyle zenginleştirilmiştir. Daha üstteki sivri kemerli panonun içinde de birbirine bağlanan gamalı haçlar ve aralarını dolgulayan küçük kareler göze çarpar. Küfi yazıtın üstüne oturtulan yatay pano, üç kollu fırıldak motifleriyle Anadolu Türk sanatına kadar etkileri uzanacak olan bir başka örnektir.

Her iki mezar anıtı da, XI.yy. gibi çok erken bir tarihte yapılmış olmasına rağmen, anıtsallığı ve zengin süslemeleriyle son derece etkileyicidir. Çıplak tuğla tekniğinin doruğuna ulaşan bu uygulamalardaki geometrik kompozisyon çeşitliliği, Karahanlı ve Gazneli mimarisine dayanan köklü bir geleneği yansıtır.


Kümbeti Kabud.
Adını firuze renkli çinilerinden alan Kümbeti Kabud (Mavi Kümbet), Meraga şehrinin en dikkati çeken yapılarındandır. Kesme taş kaide üzerine oturtulan yapı kütlesi, tuğlaların farklı biçimlerde dizilmesiyle zengin bir yüzey dekorasyonu gösterir. Yazıtına göre 1197’de tamamlanmış olan eserin saçaklık kısmındaki zengin mukarnaslı korniş, en seçkin örneklerinden biridir. Bunun altında, çiçekli küfi yazı kuşağı bütün cepheleri çepeçevre dolanır. Cephelerin birleştiği köşeler silindirik payelerle yumuşatılmış, kabartma şeritler halinde yükseltilen geometrik örgü cephelerin alt yarısında ustaca dolaştırılmıştır.


Kümbeti Kabud, gerek cephelere kazandırılan plastik hareket, renk unsuruyla, yeni ve parlak bir üslubun öncüsüdür.

Kümbeti Aleviyan.
XII. yy’da en parlak dönemini yaşayan Selçuklu mimarisinin çok değişik bir kümbet uygulaması Hemedan şehrinde görülür. Kare planlı Kümbeti Aleviyan özellikle cephe mimarisiyle dikkati çeker. Taçkapıyı iki yandan destekleyen yivli kuleler değişik bir uygulamadır. Sivri kemerli uzun nişler en tepedeki kitabeye kadar çıkar ve düşey hareket etkisini güçlendirir.



Üst kısmı yıkılmış olan sivri kemerli taçkapıyı, büyük bölümü geometrik kompozisyonlarla rol gularımış çeşitli kalınlıkta bordürler çevreler. Hafifçe içerlek tutulan sivri kemer aynasında, zemindeki 10 kollu yıldızlarla geometrik bir kompozisyon görülür. Bunun altındaki yazıt frizi, asil girişle çerçeve arasındaki alt aynayı kuşatır. Alt aynanın zengin bi süslemeli alçı kabartmalarıyla yapıya hakim olan geometrik motifler arasında çarpıcı bir karşıtlık vardır. Yüksek kabartma tekniğiyle işlenen iri yapraklar ve rumiler, çok geçmeden Anadolu’da, Divriği Külliyesi’nin taçkapılarında da karşımıza çıkacaktır. Kümbeti Aleviyan, Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu üsluplarını birleştiren bir uygulamadır.

Güney Azerbaycan’da Meraga gibi, Kuzey Azerbaycan’da Nahcivan’da, mezar anıtları, kümbetler bakımından çok zengin bir merkez olarak dikkat çeker. Bu iki merkezin, mimari bakımdan böyle parlak bir gelişme göstermesi 1146 da kurulmuş olan Azerbaycan Atabeklerinin sanat ve imar aşkını açıkça belirtmektedir. Nahcivan’da 1162 tarihli Yusuf bin Kuseyr kümbedi, Selçuklu öncülerine uygun olarak tuğladan sekizgen gövde üzerine sekizgen piramit çatılı bir yapıdır.

Nahcivan’da asıl şahane mezar anıtı, İldeniz’in hanımı Mümine Hatun için oğlu Kızıl Arslan tarafından 1186 da yaptırılan 25 m. boyundaki büyük kümbettir. İçten silindirik, dıştan on köşeli olarak yapılan bu tuğla kümbetin piramid çatısı yıkılmıştır. Kenarları dar ve uzun bir mihrap nişi şeklinde olup dikdörtgen silmelerle kavranmaktadır. Daha yukarıda küfi kitabe kuşağı ve sonra, piramit çatıyı taşıyan mukarnas frizi göze çarpar. Firuze çiniler, örgülü kûfi kitabeleri ve geometrik süslemeleri renklendirir. Süslemeler, hiç boşluk bırakmayacak şekilde bütün yüzeyleri kaplamaktadır.  Mimar Acemi bin Ebubekir, asıl şaheserini, ikinci eseri olan bu abide ile meydana getirmiştir. İki tarafında silindirik minarelerle sivri kemerli bir portalden, kümbet çevresi ne giriliyordu. Bu abidevi giriş yıkıldığından, kümbet ortada kalmıştır, Böyle çifte minarelerin, Anadolu Selçuklu medreselerinde ne kadar büyük bir rol oynadığı düşünülürse, Nahcivan Mümine Hatun kümbedinin önemi bir kat daha artar. Karahanlılarda, Ayşe Bibi türbesinde, iki tarafında, köşelerdeki minarelerden sonra Azerbaycan yolu ile bu gelenek Anadolu’ya gelmiş en büyük eserlerini orada vermiştir.


Azerbaycan’da kümbetler böyle parlak bir gelişme gösterirken, İran’ın doğusunda Horasan’da Türklerin İran’a getirdikleri diğer kümbet tipleri otağların tuğladan abideler halinde ebedileşmiş şekilleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan Radkan (Doğu) da Mili Radkan adıyle tanınan kümbet, 22 m. boyunda silindirik ve konik çatılı tuğladan bir yapıdır. Oniki köşeli alçak bir kaide üzerinde 36 yuvarlak paye ile yivlenmiş silindirik gövde, üzerinde konik çatıyı taşımaktadır. İçten kubbe ile örtülüdür. Kon külah, firuze renkli dikdörtgen çinilerle kaplıdır. Gövdenin üst kenarında da firuze çiniden kesil kufi harflerle 1,50 m. genişlikte bir kitabe kuşağı dolanmaktadır. Bunun sırları, çok yerde dökülmüş, bazı yerlerde kalmış, kitabenin yandan fazlası da silinmiştir. Bunun altında yuvarlak payelere doğru sarkan, saçak motiflerini andıran bir palmet frizi, payelerin üst kenarını boydan boya çevirmektedir. Yuvarlak payeler üzerinde aşağıdan yukarıya kadar geometrik baklavalar şeklinde sıralanmış firuze çiniler göze çarpar.
Türk Sanatı, Oktay Aslanapa



Sultan Sencer Türbesi
Orta Asya’da Merv kentinde mimar Muhammed bin Atsız tarafından yapılan Sultan Sencer Türbesi’nin, 17m çapında yıldız biçiminde kaburgalı kubbesi, o güne kadar gerçekleştirilen kubbelerin en büyüğüydü. Günümüze ulaşamamış olan dış kubbe, firuze renkli sırlı tuğlayla kaplıydı. Duvarları 6m kalınlığında yapılmış, duvarlardan kubbeye geçiş, tonoz bingiler ve köşelere yerleştirilmiş geometrik düzende tuğla örgülü payelerle gerçekleştirilmiştir.

Büyük Selçuklu Devleti’nin son parlak döneminin hükümdarı Sultan Sencer, melik olduğu 39 yıl boyunca başkent Merv’in büyük bir kültür merkezi olmasında önemli rol oynamıştı. Sultanın ölümünden önce Büyük Selçuklu Devleti’nin görkemini yansıtacak biçimde inşa edilmesini istediği türbesinin adını kendisi koymuştu: “Darül ahiret” (Ahiret evi). Sencer Türbesi “Devlethane” adıyla da anılırdı.


1220’de yaşanan Moğol istilası bu bölgede de yıkımlara yol açtı. Türbenin çevresindeki mimari eserler yıkıldı, dış kubbesi çöktü. Moğollar Merv kentini tahrip ettikten sonra hazine bulmak amacıyla türbedeki sandukayı açtılar ve türbede yangın çıkardılar. Kentteki her şeyin yakılıp yıkılmasına rağmen bu türbenin ayakta kalması Sultan Sencer’in evliya olduğuna ilişkin söylencelerin doğmasına yol açtı.

Büyük olasılıkla yapılırken çevresi duvarlarla çevrilmiş bir alanın ortasında yer alan ve tuğla malzeme kullanılarak yapılan bu türbe, Büyük Selçuklularda çoğu iki katlı olan ve “kümbet” adı verilen türbelerden farklı olarak tek katlı inşa edilmiştir. Mekan, altta, içinde sandukanın bulunduğu kare şeklinde kalın duvarlı gövde üzerine, yukarıda bir kemerli galerinin oturtulduğu ve kubbeye geçiş bölgesinin (tonoz bingiler bölgesi) yer aldığı aşamalar halinde planlanmıştı. Böyle planlanarak kare (küp) şeklindeki bir gövdeden kubbeye geçiş sorunu ustalıkla çözümlenmiştir.

Yapının ölçüleri dıştan 27 x 27 m, duvar kalınlığı 5-6m, zeminden galeriyle birlikte yüksekliği 27m, tüm yüksekliği 8 kadardır. Dış kubbe yıkık olduğu için tam yüksekliği belirlenememiştir. Zeminde türbenin iç alanı 39 m dolayındadır. Günümüze kalabilen kubbenin çapı ise 17 m’dir.
Yapının alt kısmında tuğla duvarın dış yüzeyinde çıkıntı yapıp yapmadığı anlaşılamayan kemerli bir giriş dehlizi, bir eyvan oluşturacak biçimde içeriye açılır. Bunun tam karşısında, yani batıda gene bir eyvan biçiminde olan nişin eskiden camiye bakan parmaklıklı bir pencereye sahip olduğu bilinmektedir. Diğer yönlerdeki duvarlarda da içeriye girinti oluşturan eyvanımsı kör nişler yer almaktadır. Böylece türbenin içi Orta Asya Türk mimarisinde çok yaygın olan dört yön’ temasını ifade etmektedir. Alt kısım dıştan masif ve sağlan bir görünüşe sahiptir.

Kare gövdeden kademeli bir daralmayı gösteren galeri kısmına geçiş ustalıklı bir şekilde ele alınmıştır. İki katlı olarak düzenlenmiş olan galerinin al katındaki geniş ve dar kemerli bölmeler ışığın içeriye sürülere girmesini sağlar.

Galerinin ikinci katında ye alan sistem kubbenin oturduğu on altı kenarlı çokgeni oluşturur. Bu kısımda 8 kemerli bölüm vardır. Galeri kemerleri dilimli ve sivri kemerler olarak alternatif şekilde ele alınmıştır. Tonoz bingi bölgelerinde, sadece süsleme mahiyetinde olmak üzere, mukarnas da kullanılmıştır.

Kubbe görünüşü itibariyle sivrilmeye meyilli, oldukça büyük ölçüde ele alınmış tipik Selçuklu kubbesidir. Yukarıda yer alması gereken ikinci kubbe kabuğunun daha sivri olması ihtimali fazladır.

Türbe zengin bir süsleme programını yansıtır. Süsleme malzemesi olarak tuğla, tuğla hamuru (terra cotta), yalancı mermer (vaktiyle boyalı olduğu anlaşılıyor) ve sırlı tuğla (veya çıni?) kullanılmıştır. Tuğlaların değişik şekillerde dizilmesiyle oluşturulan süslemeler ve öteki bezeme kompozisyonları çok çeşitli geometrik ve bitkisel (rumi, palmet, lotuslu) düzenlemeler halinde ele alınmıştır.

Çoğu yerde derzler de işlenmiştir. Bezeme daha çok galeride duvar yüzlerinde ve kemer içlerinde yapılmıştır. Ancak galerinin içinde de alabastritli (alçıtaşlı kaymaktaşı) sıva üzerine yapılmış süslemeler vardır. Süsleme oluşturan unsurlar içerisinde sülüs veya çiçekli küfi üslupta yazı şeritleri de bulunmaktadır. Bütün Orta Asya’nın İslamiyet’ten sonra geliştirilmiş motif ve kompozisyon repertuvarına uygun olarak ele alındığı anlaşılan süslemelerin, yapının inşa edildiği yıllarda çok daha görkemli olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda kubbenin dışarıdan çinili olduğunun belirtilmesi bu konudaki kanıtlardan sadece biridir.

Türbenin kubbesi içeriden de ilginç bir bezemeye sahne olmuştur. Tonoz bingiler üstünde başlayan, kaburga görünüşü veren kalın silmeler, sistematik bir biçimde yükselerek ortada sekiz köşeli yıldız biçiminde bir düzenleme oluşturmuştur. Bu  kaburgaların statik amaçlı olarak ele alınmış olabileceğine pek ihtimal verilmez.

Büyük Selçuklu mezar mimarisinin doruk noktalarından biri olan Sultan Sencer Türbesi’nde Orta Asya mezar anıtları mimarisini oluşturan, özellikle çadır, stupa ve ateşgede mimarisinin etkileri görülebilir. Ayrıca yapının mimarisi, Samanoğlu İsmail Türbesi’nden Maveraünnehir ve Horasan’da yapılan başka çeşitli mezar anıtlarına kadar yaygın bir mezar anıtları grubuyla benzerlikler göstermektedir. Kubbe çadır görünüşünü andırdığı gibi, altyapıyla birlikte bakıldığında stupa görünüşünü de aksettirmektedir. Özellikle Kaşgar bölgesindeki Aksu, Subaşı ve Moritim stupaları ile bu yapı arasında benzerlik vardır.

Sultan Sencer Türbesi’nin 36 metreye kadar varan yüksekliği ve kubbe çapının 17 metreyi bulan genişliği, kalın duvarları, dışarıdan ve içeriden bakıldığında insanı etkilemektedir. Kubbe çapının büyüklüğü bakımından ancak daha sonraki yıllarda yapılan Ahmed Yesevi Türbesi’nin kubbesi bu türbenin çapını aşabilen bir ölçüye sahip olabilmiştir.

Yapının içerisinde kubbeye doğru olan kademelenme çok ahenkli bir biçimde halledilmiştir. Ayrıca süsleme repertuvarının zenginliği de yapının özgün bir eser olduğunu ifade etmektedir. Tüm süsleme motif ve kompozisyonları gene bu bölgede İslamiyet’ten önceki dönemlerde var olan motif dağarcığından kaynaklanmak tadır. İslamiyet’ten önce İç Asya ve Orta Asya’da çeşitli siyasi birlikler oluşturan Türk topluluklarının bu repertuvarda önemli bir payı olduğu bilinir. Nitekim bu mezar anıt üzerinde olduğu gibi, yeni sentezlerle gelişimini sürdüren Orta ve İç Asya mimarisi plan, form ve süsleme özellikleri bakımından etkisini daha sonraki dönemlerde de Orta Asya’da ve İran, Suriye, Irak, Mısır ve Anadolu’da gelişen Türk sanatı örneklerinde de göstermektedir.
Thema Larousse


1 yorum: