Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Pop Art

Pop-Art
II. Dünya Savaşı sonrası Batı sanat ortamına "Soyut Dışavurumculuk" akımının egemen olduğu bilinmektedir. O yıllarda galeri duvarlarını dolduran, içgüdüsel hareketlerle oluşmuş boya akıtmaları ve hızla çizilmiş imgelerle yüklü soyut dışavurumcu yapıtlar, akımın ustalarınca bilinçaltını ortaya çıkaran ve özgürleştiren örnekler olarak tanıtılmıştır.

Oysa soyut dışavurumcu yapıtlar bu özelliklerinin yanı sıra, resim yüzeyinin odaksızlaşması, perspektifsiz bir mekan, biçimler ile arka planın bütünleşmesi gibi asıl resimsel sorunlara çözüm getiren olanaklar da sunmaktaydılar. Varoluşçu bir düşünceyi benimsemiş olan dışavurumcu sanatçı, hareketle (jestle), kullandığı malzemeyle, özel fırça vuruşlarıyla, inandığı düşünceyi, dolayısıyla kendini kanıtlıyor, ama kendi özel dünyasına dalması sonucu dış dünya ile olan ilişkisi kopuyordu.

Bu dönemlerde İngiltere ve ABD'de çok sayıda genç sanatçının, savaş sonrasının düş kırıklıkları olarak niteledikleri bu tutumu benimsememeleri dikkat çekicidir. Böylesi bir lirik soyutlama hegemonyasına baş kaldıran gençlerin isyanı 1950'li yıllarda filizlenmiş, 1961-1962'de de Pop Sanat adıyla yeni bir akım olarak sanat dünyasına girmiştir.

1950'den sonra Londra sanat okullarında yeni bir akım dikkat çekmeye başlar. İnsanın özel durumlarıyla ilgili konuları, dış dünya bağlamında yorumlayan Francis Bacon'un yapıtlarının genç sanatçıları etkilediği görülmektedir. Sanatta günlük yaşama yeniden dönüş isteğinin bu sanatçıları çok yakından ilgilendirdiği izlenmektedir. TV, reklam, çizgi film, sinema v.b. iletişim araçlarının çağdaş gerçekliğinin bilincine varan genç ressamlar, eğer istedikleri gerçekten yaşamın içine dalmaksa, ifade aracı olarak kitle iletişiminde kullanılan klişeleri ve imgeleri kullanmaları gerektiğine karar vermişlerdir.

1952-1953 yıllarına doğru Çağdaş Sanatlar Enstitüsü'nde bu eğilim etkin bir biçimde gelişmiştir. Lawrence Alloway, Reyner Banham, Frank Cordell, John Mc Hale, Richard Hamilton, Tony del Renzio, Peter ve Alison Smithson ve Eduardo Paolozzi gibi sanatçılardan oluşan "Bağımsız Grup"un (Independent Group) yeni düşünceleri yaymayı amaç edindiği izlenir.

Amerikan Pop Sanatı, İngiliz Pop Sanatı'ndan daha az duygusal olması nedeniyle ayrılır. Amerikan Popu, popüler kültürün (halk kültürünün) imgelerini tarafsız olarak ele alır ve tabloyu her türlü kişisellikten arındırmaya özen göstererek, bunları örnek aldığı modellerin anonim niteliğine daha da yakınlaştırmaya çalışır. Amerika'daki Pop Sanat İngiltere'de olduğu gibi bir grup sanatçının ortak düşüncesinden kaynaklanmamış ama bağımsız çalışan sanatçıların deneysel arayışlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Andy Warhol, Roy Lichtenstein, James Rosenquist, Tom Wesselmann ve Claes Oldenburg akımın başlıca temsilcileridir.

Warhol sanatsal yaratı ile maddesel üretimi birbirinden ayırmış olur ki, onun bu tavrı kavramsal sanat düşüncesinin habercisi olarak değerlendirilebilir. Tablolarında kullandığı imge dizilerine gösterdiği ilgi giderek Warhol'u sinemaya yakınlaştırmış, ve sinema alanında "underground" bir dünyayı, çizgi dışı bir Amerikan yaşamını yansıtmıştır. Tüm yapıtları birlikte değerlendirilecek olursa, Andy Warhol'un "Pop" deyiminin tüm anlamlarını içeren karmaşık bir yaratma yolu izlediği açıkça görülmektedir.

Gerçek bir toplumsal olay olan Pop Sanat, doğrudan yaşamın kendisine değil, tüketim dünyasının gerçeklerini yansıtan bir dizi göstergeye ilişkindir. Pop yapıtlarda bu tüketim dünyası ve onun yapay, geçici varsıllığı eleştirisiz, olduğu gibi kabullenilmiştir. Tüketim dünyası olduğu gibi gözler önüne serilir ama bu dünyanın geçersizliğini ya da bozukluğunu anlatmayı kimse üstlenmez. Akım içerdiği bu tarafsızlık nedeniyle uzun süreli bir hareket oluşturamamış, birçok sanatçı bu konuda bir kez gözlemlerini yansıttıktan sonra farklı ve daha kişisel yollara yönelmişlerdir.

1960 Sonrası Sanat, Semra Germaner, Kabalcı Yayınevi,1997
İngiliz Pop-Artçıları


Pop-art, bu anlayışına ışık tutan Richard Hamilton (doğ. 1922) tarafından popüler, gelip geçici, kitle ürünü, ucuz, “sexy”, “göz boyayıcı” bir sanat olarak tanımlanır. Genç, kente özgü, işçi sınıfına yönelik, kendini çizgi romanlarda bulan, şarkılarla’, frapan giyim tarzıyla, cinselliğini yaşama biçimiyle anlatımını bulan bir karşı-kültürdür pop-art... Bu züppelik, daha 1950’lerde, İngiliz toplumunun kurallarından tiksinen aydınlara çekici gelir. Bu sanatçılar için Amerika, fantasmalarını süsleyen zenginliğin yanı sıra sıradanlığın, bayağılığın, gücün, dinamizmdir, sonuç olarak yeni bir şiirselliğin filizlendiği bir cennet ülkesidir.


Ayrıca California’yı, yüzme havuzlarının serpiştirildiği, güzel delikanlılarla dolu bir cennet ülkesi olarak resimleyen David Hockney gibi, bu sanatçıların çoğu göçmendir; Hockney’in görüntülerinin yapay, yalancı naifliği, güleryüzlü, alabildiğine İngilizlere özgü bir sapmanın en uç noktasıdır.  T.L.


Amerikan Pop-Artı

Robert Rauschenberg (doğ. 1925 ve Jaspers Johns (doğ. 1930), 1950’lerde, bir kışkırtma ve ince alay sanatı ortaya koyarlar; amaçları, seçkin kültüre ağırlık veren ısrarlı tavrın sanat ile yaşam arasında açtığı boşluğu doldurmaktır. Böylelikle Rauschenberg, combine-painting’lerinde, incelikli, özenli bir biçimde yapılmış tablolarına içi samanlı dolu bir tavuk veya bir keçi gibi hiç beklenmedik birtakım öğeler ekler. Ressam, bunların anlamını aramamak, çözülmesi gereken bir şifreymiş gibi bakmamak gerektiğini söyler.

Johns’un sanatının ilkesiyse, çokanlamlılıktır. Amerikan bayrağının, bronzdan döktükten sonra üzerlerini boyadığı, bayilerde satılanlardan ayırt edilmesi imkansız bira kutularının mükemmel taklitleri çok yakından tanıdığı, yüzyılın büyük Avrupa ustalarının sorunsalını alaylı bir biçimde tersyüz eder: zor olan, sanat eserini okumak değil onun sanat eseri olduğunu ayırt edebilmektir,

Johns ile Rauschenberg’i asıl pop-artçılardan ayıran şey, bu sanatçıların “ticari sanat” tarafından medyalar aracılığıyla yaygınlık kazandırılan bir gerçeği alıp yansıtmalarıdır: ancak söz konusu ticari sanatla da aralarına bir mesafe koyar, bir  boşluk bırakırlar.
Bunların en ünlüsü hiç tartışma götürmez bir biçimde Andy Warhol’dur, (1929-1987) Warhol, mesela bir Marilyn Monroe’nun yüzünü sonsuz bir dizi içinde tekrarlayarak bir ikonaya dönüştürürken, Mona Lisa’yı da tersine neredeyse bir reklam imgesine dönüştürür, buna koşut olarak, hazır çorba kutularına büyüleyici bir değer kazandırırken, tel sünger kutularının aynı hacimde tıpkılarını yapar.



Claes Oldenburg da, bir nesneyi sahneleme olgusunun bile onu değiştireceğini vurgular. Avrupa’daki gerçeküstücü akıma karşı çok duyarlı olan James Rosenquist ise şöyle der:
Doğadan, olabildiğince uzak durmayı umuyorum.

“Bu kapsamda, Tom Wesselman tarafından “parmağım gözüne” dercesine, bile bile kirletilmiş tuvalet resimleri verismo’dan esinlenen imgeler olarak (kaba gerçekçilik) değil, kadın dergilerindeki, bal dök yala, “mikropsuz, tertemiz “ tuvalet reklamlarının bir tür karikatürü olarak ortaya çıkar.

Topluluğun en yaşlısı olan Roy Lichtenstein (dog. 1923), çizgiresim imgelerinin agrandismanlarıyla, ağırlıklı olarak, tıpatıp bir imitasyon gerçekleştirme isteğini yansıtır; öyle ki baskıdaki tramları bile resme geçirdiği izlenimi vermek ister, ancak bu arada temel imgeyi değiştirmekte, onu “gerçeklikten koparmakta”, bir yaratıcı edim gerçekleştirmektedir.

Basitmiş gibi görünen  bu sanat, aslında onu, dadacılığa, Magritte’e, Duchamp’a yaptıkları az veya çok belirgin göndermelerle bezeyen kültürlü, aydın kişilerin ürünüdür. Bunların hepsi birer Amerikan sanatçısı olma niteliklerini de ortaya koyarlar. Keyifli bir ulusal gelenek olan resimle göz aldatıcılık gibi, naif sanat gibi Amerikan geleneklerinin mirasçısı olduklarının bilincindedirler; geçmiş kuşakların “modern yaşam” ressamları da (Stuart Davis, Charles Demuth...) aynı geleneğin izleyicisidirler. Sanatlarıyla, belli bir ironi, bir acı alay tavrı içinde olmayı inkar ederler ve günlük yaşamın bir yansıması olan sanatlarının herkese seslenmesi gerektiği ilkesini savunurlar. Pop-art hızla tüm dünyaya yayılır. T.L. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder