Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Mimar Sinan ve Osmanlı Mimarisinin Klâsik Çağı-II

Medreseler
Camilerin yanı sıra 16. yüzyılda, Klasik Osmanlı döneminde medrese mimarisinde de özgün denemelerle karşılaşılmaktadır. Erken Osmanlı ürünlerinde, sürekli yeni boyutlar kazanan medrese mimarisi, gene temelde Selçuklu ve Beylikler dönemi medrese mimarisinin genel şemasını yaşatmasını bilmiştir. Medrese içindeki mekânların birbirine oranı, örtü sistemleri, bezemenin yoğunlaştığı yerler açısından diğer değişik amaçlı yapılarda da görülen değişmeler, medreselere de yansımıştır. Ayrıca eğitimdeki gelişmeler, imparatorluğun siyasal, ekonomik ve kültürel alandaki başarıları, sonuçlarını medrese yapımında da göstermiş, ilginç denemeler varlığını duyurmuştur. Başta sultanların ve devlet ileri gelenlerinin yoğun yapım çalışmalarına yönelmeleri, büyük külliyeler yaptırmaları medreselerin değişik koşullar içinde biçimlenmesini sağlamıştır. Özellikle Mimar Sinan’ın büyük uygulamaları içinde bir veya birden fazla medresenin yer alışı, bir yandan değindiğimiz ekonomik, siyasal ve kültürel yoğunluğun varlığını açıkladığı kadar, eğitim düzeninde böyle yapılara sürekli gereksinme duyulduğunu da gösterir.
Bu dönem medrese ve şifahanelerinin genel özelliklerini sıralamak gerekirse, bir bölümünde geleneksel medrese şemasının, dönemin, yapıldığı yerin koşullarına uygun biçimlendiğine tanık olunmaktadır. Bunların yanı sıra bir grup oluşturacak kadar çok olan bazı medreselerin, camilerin revakları arkasına yerleştirildiği görülmektedir. Cami-medrese ilişkisi içinde uzun yıllar, Selçuklu ve Beylikler döneminden beri denenen bir şema, Osmanlılar’da, özellikle Mimar Sinan’da, belirli bir uyum içinde tekrar uygulanma olanağı bulmaktadır. Genel kurallar içinde olmakla birlikte, bulunduğu yerin koşullarına uydurularak biçimlenen örneklerin de varlığı dikkat çekicidir. Bu yüzden bazen medresenin bir veya iki kanadı alınıyor, bazen da Erken Osmanlı döneminde denenmiş sekizgen bir şema dışardan kareye tamamlanarak tekrarlanıyor. Ayrıca çok yalın birkaç hacimden oluşan sınırlı örneklere de yer veriliyor. Bütün bu değişik şemalarda karşımıza çıkan medreselerde, Mimar Sinan’ı, geçmiş değerleri topluca özümleme çabası içinde buluyoruz. 16. yüzyılda Mimar Sinan eliyle medreseler, tekrar zengin bir uygulama olanağına kavuşuyorlar. İlginç örneklerden birkaçına kısaca değinelim.


İstanbul’da Haseki Külliyesi Medresesi kare avlusu, avluyu çeviren revakları, arkalarında odaları ve giriş ekseni üzerinde büyük kubbeli dershanesiyle, biçimlenmiş bir medrese şemasını tekrarlamaktadır. Yine İstanbul’da 1543-1548 yılları arasında yapılan Şehzade Külliyesi Medresesi klasik şemalar içinde düşünülmesi gereken bir yapıdır. Yalnızca dershane kısmı giriş ekseni üzerinde değildir.


1548 yılına ait bir başka yapı, Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi Medresesi küçük değişikliklerle Haseki Külliyesi Medresesi’nin planını tekrarlamaktadır.
İstanbul Cağaloğlu’nda 1550 tarihli Rüstem Paşa Medresesi, Mimar Sinan’ın değinilmesi gereken en özgün denemelerinden birisidir. Burada Mimar Sinan Amasya Kapı Ağası Medresesi’nin sekizgen planını esas almakta, bunu dışarıdan gizlemekte, durum revaklı avluya girilince anlaşılmaktadır.
1550-1557 yılları arasında tamamlanan Süleymaniye Külliyesi’nin camiyi çevreleyen medreseleri de bulundukları yere uyum sağlama konusunda verilebilecek örnekler arasındadır. Haliç’e bakan tarafta üç, diğer tarafta üç olmak üzere altı medrese yer alır.


Daha önce değindiğimiz 1571 tarihli Kadırga Sokullu Külliyesi’nin medresesi, caminin avlu revakları gerisine yerleştirilmiş odalardan oluşan grubuna örnek olarak gösterilebilir.

1564 tarihli Lüleburgaz Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi Medresesi, Sinan’a ait özel bir yapı grubunun içine girer. Bu yapıda medrese odaları, caminin şadırvanlı avlusunun revakları arkasına yerleştirilmiş, böylece cami ve medrese birlikte değerlendirilmiştir.
Istanbul Edirnekapı’daki 1562-1565 tarihli Mihrimah Sultan Külliyesi Medresesi ise avlusu medrese olarak kullanılan bir diğer Mimar Sinan yapısıdır. Ancak bu yapıda medrese odaları cami avlusunu çepeçevre dolaşmamakta, doğu ve batı cephelerinde yer almaktadır.

Edirne’deki Selimiye Külliyesi Medreseleri iki tanedir ve caminin kıble duvarının arkasında yer alırlar. Mimar Sinan’ın diğer külliyelerine göre daha sınırlı olarak düzenlenmiş bu örnekte, medreselerin orta avlularını basık kemerli revaklar çepçevre dolaşmasına karşın, medrese odaları yalnız iki yanda yer almakta ve dershaneler odalardan koparılmış bulunmaktadır.


Üsküdar’da 1580 tarihli Şemsi Paşa Külliyesi Medresesi’nde medrese bölümü camiyi iki yandan sarmakta ve farklı eksenlerde gelişmektedir. Burada L şeklinde iki kanattan oluşan medresede bir kanadın ortasına büyük kubbeli dershane alınmış, önlerine de revaklar yerleştirilmiştir.



Tophane’de 1580 tarihli Kılıç Ali Paşa Külliyesi Medresesi ise orta avluyu çepeçevre dolaşan revak ve odalardan oluşmakta, kısa kenarın ortasında da büyük dershane bulunmaktadır. Bu yapıda klasik medrese şeması eksiksiz uygulanmıştır.

Şifahaneler
Mimar Sinan döneminin şifahanelerine örnek olarak Haseki Sultan Külliyesi Şifahanesi, içiçe iki avludan oluşan Süleymaniye Külliyesi Şifahanesi ve gene aynı anlamda Toptaşı Atik Valide Külliyesi Şifahanesi gösterilebilir. Medrese şemalarının amaca uygun olarak değiştirilmesiyle şekillenen şifahaneler de, medreselerle paralel bir gelişme göstermiştir.


http://www.sinanasaygi.org/eserler.asp?action=eserDetay&ID=112
Mezar Anıtları
Osmanlı mezar anıtlarının belirli planlar içinde oluştuğuna daha önce değinmiştik. Genellikle çokgen gövdeli, üstü kubbeyle örtülü, önlerinde revakları bulunan Osmanlı türbelerinin Mimar Sinan döneminde de uygulandığı gözlenmekle birlikte, bazı ilginç denemelerin varlığı da söz konusudur. Ayrıca Osmanlı mimarisinin erken döneminden beri uygulanan açık türbelerin bu dönemde de yaşadığı görülmektedir. Sınırlı şemalar içinde gelişmesine karşın, bu dönem türbelerinde belirli bir bütünlük dikkati çekmekte, mimari-bezeme ilişkisinin sınırları belirlenmektedir.
Mimar Sinan’a bağlanan ve bu dönemde yapılmış olan ilginç türbelerin bir bölümüne kısaca değinelim.


İlk belirteceğimiz İstanbul Beşiktaş’da, 1541 yılında yapılan Barbaros Hayreddin Türbesi sekizgen gövdeli, önünde revağı bulunan, üstü kubbeyle örtülü yalın görünüşlü bir yapıdır.


Şehzade Mehmed Türbesi’nin ardından uygulanan diğer ilginç türbeler içinde Süleymaniye Camisi haziresindeki 1566 tarihli Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin özel bir yeri vardır. Mimar Sinan bu türbede bir bakıma Osmanlı sultanının önemini, büyüklüğünü simgelemek istemiş, yepyeni bir türbe planıyla karşımıza çıkmıştır. Türbe konusunda yaptığı denemeler içinde Mimar Sinan aynı planı ikinci kez kullanmamış, böylece Türk mimarisi içinde bu yapı tek örnek olmuştur. Sekizgen bir gövde, dışarıda türbeyi çeviren revaklar, içerde duvarlardan koparılmış sütun sırasına ve duvarlara oturan çift cidarlı kubbesiyle bu yapı, Osmanlı mezar anıtları içinde ilginç bir denemedir.

Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’nin ardından uyguladığı en anıtsal mezar yapılarından birisi de Istanbul Ayasofya haziresinde bulunan 1577 tarihli 2. Selim Türbesi’dir. Diğerlerinden farklı olarak Mimar Sinan burada köşeleri yumuşatılmış kare bir gövde, içerde ise gene Kanuni Türbesi’nde olduğu gibi çift cidarlı kubbenin oturacağı bir sütun sırası kullanmış, dışarıda yalnız giriş bölümüne revak yerleştirmiştir. Tüm bu görünüşler, Mimar Sinan’ın türbe mimarisinde de sürekli yenilikler getirmek istediğini göstermektedir.

Mimar Sinan’a bağlanan diğer mezar anıtları arasında Yenibahçe’deki 1545 tarihli Hüsrev Paşa Türbesi, Topkapı’da 1555 tarihli Kara Ahmed Paşa Türbesi, Süleymaniye Camisi haziresindeki 1557 tarihli Hürrem Sultan Türbesi, Şehzade Camisi haziresinde 1561 tarihli Rüstem Paşa Türbesi, Eyüp’te 1572 tarihli Pertev Paşa Türbesi ile aynı semtteki 1574 tarihli Sokollu Mehmed Paşa Türbesi ve 1580 tarihli Zal Mahmud Paşa Türbesi, Üsküdar Şemsi Paşa Camisi’ne bitişik Şemsi Paşa Türbesi, Tophane’de 1580 tarihli Kılıç Ali Paşa Külliyesi’nin içindeki Kılıç Ali Paşa Türbesi üzerinde durulması gereken önemli yapılardır.

Hamamlar
Klasik Osmanlı döneminde yoğun uygulama olanağı bulunan yapıların bir bölümü de hamamlardır. Bu dönemde oluşan hamamlarda şu bölümlerin belirginleştiği görülmektedir. Ortada havuz, kenarlarda soyunma yerleri, kahve ocağıyla camekan; peştemal değiştirilen, helaların bulunduğu sıcak bölümle camekan bölümünü bağlayan soğukluk; göbek taşı ve kurnaların yer aldığı sıcaklık; buna bitişik olarak suyun kaynadığı külhan. Hemen hemen değişik şemalı hamamların tümünün denenme olanağı bulunduğu bu dönemde, zaman zaman çifte hamamlarda da ilginç denemeler dikkati çekmektedir. Erken Osmanlı dönemi hamamları oranında olmasa bile, bezeme ve zengin örtü sistemleri bu dönem hamamlarında da kullanılmıştır.



Tezkerelerde Mimar Sinan’a bağlanan ve bulunduğu yerin özel koşulları içinde biçimlenen Mimar Sinan yapısı hamamların en önemli örneklerinden birisi Sultanahmet’te Haseki/Ayasofya Hamamı’dır. 1556 tarihli bu ünlü hamamda Mimar Sinan genel şemalar içinde kalmakla beraber kadınlar ve erkekler kısmının yerleştirilmesinde değişik bir yöntem denemiş, yapıları tek bir eksen üzerinde toplamıştır. Bunun getirdiği zorluklar vardır. Isı kaybının fazlalığı ısınmasını güçleştirir. Gerçekten bu ilginç hamamı ısıtmak sürekli sorun olmuştur. Birbirinin benzeri iki hamamda kubbeli bir camekânlık, üç kubbeli soğukluk, yıldızvari sıcaklık kısmı bulunmaktadır. Klasik Osmanlı mimarisinin ölçüleri içinde özenle yapılmış hamamda erkekler kısmının önünde bütün cepheyi kaplayan revak kadınlar kısmında denenmemiştir. 1550-1557 yılları arasında tamamlanan Süleymaniye Külliyesi Hamamı, bulunduğu yere uygun sıcaklık kısmı haçvari planlı bir yapıdır. Amaca uygun olarak külliyenin doğusuna yerleştirilmiştir. 1561 tarihli, yolun genişletilmesi sırasında yıkılan Fındıklı’daki Molla Çelebi Hamamı da haçvari sıcaklığı bulunan, korunması gereken bir çifte hamamdı. Gene aynı şema içinde çifte hamam olarak yaptırılan Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Hamamı, 1565 tarihli cami göz önüne alınarak tarihlendirilebilir.
Mimar Sinan’ın eseri olan 16. yüzyılın diğer ünlü hamamları içinde Zeyrek’teki 1546 tarihli Hayreddin Paşa/Çinili Hamam, Samatya’da 1547 yıhna tarihlenen Ağa Hamamı, 1551 yılı civarında yapılmış olduğu sanılan Silvirikapı’da Hadım Süleyman Paşa Hamamı, bağlı olduğu külliyeye göre 1555 yılı dolaylarına yerleştirilen ve yakın zamanlarda yol açmak gerekçesiyle yıktırılan Beşiktaş’da Sinan Paşa Hamamı, Konya Karapınar’da 1563 tarihli 2. Selim Külliyesi’nin dışında yer alan 2. Selim Hamaım, Izmit’te 1579 tarihli Pertev Paşa Külliyesi’ne dahil iken tümüyle ortadan kalkmak üzere olan Pertev Paşa/Yeni Cuma Hamamı, İstanbul Tophane’deki 1580 tarihli Kılıç Ali Paşa Külliyesi’ne ait Kılıç Ali Paşa Hamamı ile 1583 yılı dolaylarında yapılmış olması mümkün Toptaşı’ndaki Valide Sultan Külliyesi Hamamı ilk elde akla gelenler arasındadır.
Bulundukları yerlerin özel koşulları içinde biçimlenen ve tezkerelerde de adları geçen Mimar Sinan hamamları arasında Istanbul Azapkapı’da Mehmed Paşa Hamamı, Cibali’de Valide Sultan Hamamı, Ortaköy’de Hüsrev Kethüda Hamamı, gene Cibali’de Kaptan Hamamı, Sapanca’da Rüstem Paşa Hamamı, Üsküdar’da günümüzde çarşı olarak kullanılan Valide Sultan Hamamı, Topkapı Sarayı’nda 4. Mehmed’in onarttığı Yeni Saray Hamamı, gene Topkapı Sarayı’nda Valide Sultan Hamamı belirtilmeye değer yapılardır.
Diğer Yapılar
Mimar Sinan’ın suyla ilgili çalışmaları da önemli yer tutmaktadır. Eldeki bilgilerden, suyolları, kemerler, bendler, maksemler içinde Sinan’ın uygulamalarının özellikle kemerler üstünde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Uzun bir dönemin mimari eylemlerinin başında bulunması nedeniyle onarım işlerini de yönettiği bilinmektedir. Su kemerleri konusundaki çalışmaları daha çok İstanbul kentiyle ilişkilidir. Istanbul’un alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmed’in kentin su ağını onartıp elden geçirttiği, ancak köklü girişimlerin Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığı anlaşılmaktadır. Burada belirtilmesi gereken nokta, koşulların elverdiği oranda eski tesislerin kullanılmış olmasıdır. Mimar Sinan’ın bu konudaki eylemlerinin bir kısmının bu yönde olması mümkündür. Bütün bunların dışında kentin gördüğü büyük sel olayları sonrasında, su tesislerinin sürekli elden geçirilmesi gerekmiştir.



Istanbul’un su ağı Halkalı, Kırkçeşme, Bahçeköy ya da Taksim olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır. Halkalı suyuyla ilgili olarak Mimar Sinan Müderris Köyü Kemeri adıyla tanınan su kemerini ele almış, 11 gözlü olarak Kırkçeşme tesisleri içinde karşımıza çıkan en ilginç örnek ise kuşkusuz Muglava/Muğluva/Mağlova/Moğolağa adlarıyla tanınan su kemeridir. Başlıbaşına bir anıt niteliğinde ele alınmış, biçimsel kaygılar da taşıyan bu kemer, Mimar Sinan’ın diğer önemli anıtları içinde yer alabilecek niteliklerle yüklüdür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılda siyasal alanda gösterdiği başarılara uygun olarak imparatorluğun önemli yollarında gerekli yerlere, her türlü koşullarda kullanılabilecek nitelikte köprüler yapıldığını görüyoruz. Orduların Rumeli ve Anadolu’ya yaptığı seferlerde kolaylıkla ilerleyebilmelerini de sağlayan bu köprüler, Osmanlı Sultanlarının isteklerine uygun hassa mimarları eliyle uygulanmışlardır. Gerçi sefere çıkan ordularda birçok usta, mimar bulunuyor, gerekli hizmetleri yerine getiriyorlardı. Ancak bu dönemde, özellikle Sinan’ın yaptığı köprülerde, kısa süre içinde bitirilme kaygısının ağır basmaması gerekir. Mimar Sinan uzun yıllar orduda bu tür görevleri yerine getirmiş olmakla beraber, kaynaklarda kendisine bağlanan köprülerin sefer sırasında çok kısa bir süre içinde yapılması güçtür. Istanbul’a yakın yerlerde karşımıza çıkan bu köprüler, ana yollarda güvenli geçit sağlayan, biçimsel kaygılarla dolu eserlerdir. Bu yüzden yapımları zaman almış olmalıdır.



Mimar Sinan en tanınmış ve yazıtı bulunan köprülerinden Büyükçekmece Köprüsü deniz kıyısında, gölle denizi ayıran boğaz üzerindedir. Dört köprüden oluşan Büyükçekmece Köprüsü’nün birincisi 7, ikincisi 7, üçüncüsü 5, dördüncüsü 9 gözlüdür. 635,57 m. boyunda sivri kemerli bu köprünün ilginç yanlarından birisi, birinci köprüde karşılıklı köprü köşkü, dördüncüsünde ise karşılıklı iki yazıt duvarının dikkati çekmesidir. 1567/1568 yılında tamamlanan, dört kısımdan oluşan köprüde yer yer bezeme izlerine rastlan maktadır.
Mimar Sinan’ın yaptığı köprülerde yapının bütünü göz önüne alınınca işlevsel niteliklerinin yanı sıra çevreye uyma, zamana dayanabilme, biçimsel kaygılar taşıma gibi özellik ler dikkati çekmektedir. Çağlar boyu belirli bir gelişme gösteren köprülerin 16. yüzyılda yapılanları, özellikle Mimar Sinan’a bağlananlar, diğer değişik amaçlı yapılarla tam bir bütünlük içindedirler. Sınırlı bir bezeme, mühendisliğin gerektirdiği niteliklerin yanı sıra mimari bir kimliğin de var oluşu, durumu kanıtlamaktadır.

Kervansaraylar
Mimar Sinan’a bağlanan ya da bu dönemin ürünü olan kervansaraylar, yerleşme merkezlerinde ya da yollar üzerinde karşımıza çıkmaktadır. Bazen büyük bir külliyenin bünyesi içinde, bazen de ayrı olarak ele alınmış kervansaraylar mimarileriyle devrin özelliklerini belgemektedir.
İstanbul’da Mimar Sinan’ın Şehzade Külliyesi içinde yer alan kervansarayı sınırlı bir yapıdır. Sinan’ın diğer külliyeleri gibi cami, türbe, medrese, kervansaray, imaret, mektep’ten oluşan bu külliye belirli sınırlar içinde kalmıştır. Avlunun doğu duvarında yer alan kervansaray iki ana bölümden oluşmaktadır. Birincisi tabhane, ikinci buna dik yerleştirilmiş olan ahır kısmıdır. Sekiz kubbeden oluşan ahırın ortasında üç ayak bulunmaktadır.


Kanuni döneminin sadrazamlarından Rüstem Paşa’nın kervansarayları Istanbul’da Tekirdağ’da, Konya Ereğli’sinde, Edirne ve Kırklareli’nde karşımıza çıkmaktadır. Rüstem Paşa hanları içinde, kent içinde yapılmış anıtsal bir örnek Edirne’deki Rüstem Paşa Kervansarayı’dır. Bulunduğu yerin sokak dokusuna bağlı dış cepheye karşılık, içerde avlu çevresinde düzenli bir görünüş dikkati çekmektedir. Yan yana iki kısımdan oluşan bu hanın bir kısmına ahır alınmış, büyük kısımda ise iki kat revakların arkasına hamam odaları yerleştirilmiştir. Onarılıp, otel olarak kullanılan bu anıtsal örnek, Mimar Sinan’ın en ilginç denemelerinden birisidir.
Kaynaklarda Mimar Sinan’a bağlanan ya da onun yaşamı süresince Osmanlı topraklarında yapılan han ve kervansarayların bir kısmı geniş programlı külliyelerin içinde yer almaktadır. Bunlardan ana yollar üzerinde olan kervansaraylar, amaçları gereği külliyede büyük yer alıyorlardı. Yoğun ticaret merkezlerinde, kentlerin içinde yapılanlarda ise, bulundukları koşullara uygun, ahır bölümleri sınırlı çok katlı uygulamalar dikkati çekmektedir. Bütün bunların dışında tek bir han ve kervansaraydan oluşan örneklerde, daha yalın görünüşler, daha değişik şemalar kullanılmıştır. Örneklerin tümü gözden geçirilince, Mimar Sinan’ın her türlü uygulamasıyla karşılaşılmaktadır. Ancak yapılarda ilk kez beliren özellik, yapılma amacının ağır basması, yapılar topluluğu içinde ise, bir genel planlama anlayışının kervansarayları da benliğinde eritmesidir. Sosyal içerikli bu yapılarda Mimar Sinan, her değişik amaçlı yapıda olduğu gibi, belirli ana şemalar içinde kalmakla beraber, yeni denemeleri de beraberinde getirmektedir. Artık bu yapılarda bezeme ikinci derecede bir öğe olmakta, her şey mekânın çözümünde toplanmaktadır. Ana yollar üzerinde yapılan büyük külliyelerin kervansaraylarına örnek olarak, Lüleburgaz’da 1569 tarihli bugün yıkılmış Sokollu Mehmed Paşa, 1574 yılında 2. Selim adına Antakya/Payas Külliyesi’nin kervansarayı verilebilir.
Saray ve Köşkler
Mimar Sinan’ı konu edinen kaynaklardan öğrendiğimize göre Sinan’ın saray ve köşk olarak bir çok yapıyı ele aldığı, yenilediği ya da onardığı anlaşılmaktadır. Osmanlı Imparatorluğu’nun geniş sınırları içinde bu tür yapıların yoğunluk kazandığı yer Istanbul ve çevresidir. Bunun dışında yalnız Bosna’da Mehmed Paşa Sarayı’nın varlığını biliyoruz. Istanbul ve çevresinde Mimar Sinan ile ilgili gösterilen yapıların büyük çoğunluğu bugün ayakta değildir. Bu yüzden çok sınırlı sayıda örnekten söz etmek gerekmektedir.


Bunlardan biri Istanbul-Çekirge yolu üzerinde 1571 yılı dolayında yapılmış olabileceği ileri sürülen Siyavuş Paşa Çiftliği içinde bağımsız olarak duran Siyavuş Paşa Köşkü’dür. Bir havuzun ortasına büyük ayaklar üzerine oturan bu sınırlı boyutlardaki yapının dışında önemli bir diğer örnek, Topkapı Sarayı’ndaki 3. Murad Köşkü’dür. 1578 tarihli bu yapı bugün Sultan Murad Yatak Odası olarak tanınmaktadır. Köşk iki bölümden oluşmuştur. Altta yazlık, üstte ise ana kışlık bölüm bulunur. Yazlık bölümde bir havuz, duvar çeşmeleri, yukarı çıkan merdiven, bahçeye ve havuza bakan balkon tahtları yer alır. Çevresinin açık bulunduğu yıllarda alt kat bölümünün yazın dinlendirici bir yer olduğu, zamanla bu durumun değiştiği anlaşılmaktadır. Üstte ise selsebili bulunan, pandantifle örtülü bir oda yer alır.
Iki örnekten de anlaşılacağı gibi, Mimar Sinan sivil mimari konusunda dönemin genel mimari anlayışını yansıtmış, çevreyle ilişkisi düşünülerek oluşturulmuş bir mekân anlayışını geçerli kılmıştır.
Mimar Sinan ile ilgili kaynaklarda sıbyan mekteplerine de işaret edilmektedir. Oysa Mimar Sinan’ın önemli külliyelerinin çoğunda, külliylerin bir parçası olarak sıbyan mekteplerinin bulunduğunu biliyoruz. Başlangıçta çocuklara Kuran okutmak, namazla ilgili gerekli bilgileri öğretmek için öğretim yapan sıbyan mekteplerinde, zamanla yazı dersinin programa alındığı görülmektedir. Yerleşme merkezlerinde hemen hemen her semtte yer alan sıbyan mektepleri, iki katlı, dershane hacimleri üst katta bulunan sınırlı boyutta yapılardır. Bazen zemin katta dükkânların bulunduğu sıbyan mekteplerinin derslik bölümünün yukarı alınmasının nedenleri rutubetten korunmak, sokağın gürültüsünden kaçmak, gerekli ışığı sağlamak noktalarında toplanabilir. İstanbul’da ki örnekler içinde Haseki Sultan, Şehzade, Süleymaniye, Topkapı Kara Ahmed Paşa külliyelerinin sıbyan mektepleri sıralanabilir.
Mimar Sinan’a bağlanan yapılara kısaca değinerek genel bir bilgi vermeye çalıştık. Bu yapıların tümü değişik açılardan değerlendirmeye konu olacak niteliktedir. Ayrıca yapıların büyük bir kesiminin başında Mimar Sinan’ın bulunması olanağı yoktur. Bu konuda daha önce gerekli noktalara değinmiş, belirli mimar grubunun imparatorluğun dört bir yanında mimari eylemleri yönettiklerini açıklamıştık. Verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi 16. yüzyılın bu dönemi yoğun mimari olaylara tanık olmuş, bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu en belirgin çıkışını mimari alanda göstermiştir. Bu çağda mimari evrensel boyutlara ulaşmış, her yönden devletin gücü ve bozulmamış yapısı mimariye yansımıştır. Çok zengin bir mimari geçmişi yaşamış topraklar üzerinde, bölgesel sınırları aşarak ortak bir mimari ortam yaratılabilmiştir. Bu büyük olguda uzun geçmişin getirdikleri değerlerin büyük payı olmuştur. Mimar Sinan, bir bakıma bütün geçmiş değerleri, bulunduğu çağın koşulları içinde kullanarak, sürekli yenilenme, zengin denemelerle büyük ününü simgeleştirmiştir.

Anadolu Türk Mimarisi, Prof.Dr. Metin Sözen, Dr.Zeki Sönmez, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel Yayınları.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder