Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Roman(esk) Mimari

Roman(esk) Mimari

İlk Roman sanatı
Erken Ortaçağ’da Roman Çağı’na geçiş birdenbire olmamıştır. Çok eskilerden kalma inşaat alışkanlıklarının izlerini taşıyan geçiş mimarlığı yenilikçi çizgiler bakımından çok zengindir. Bu ilk dönem Roman sanatı güney bölgelerinde ve kuzeyde farklı özellikler gösterir.

Kuzey. Bugünkü Fransa’nın kuzey kesimindeki erken Ortaçağ mimarlığı konusunda pek fazla şey bilinmiyor, ama bin yılında inşa edilen kiliselerde bu mimarlığın bazı çizgileri benimsenmiş gibi görünüyor: tonozlamaya yer verilmemesi, düzgün sıralar halinde küçük taşlarla veya balık sırtı biçiminde dizilmiş moloz taşlarıyla örülmüş yapı tekniği son derece yalın bir yapıya sahip pek çok küçük köy kilisesinde doğu cephesinde bir apsid veya düz bir mihrap bölümüyle uzayan geniş bir’ ana sahın yer alır. Işık yalnızca iç bölümde şev yapan bir pencereden sağlanır. Yapı hiçbir zaman kubbeli değildir. Ama her zaman, son derece yalın bir çatıyla kaplıdır: yalnızca apsid bir yarım kubbeyle örtülü olabilir. Bazı durumlarda sahınla koro yeri arasında kare biçiminde bir kule bulunur. Öyle görünüyor ki bu model daha önceki dönemlerden miras kalmış ve kırsal kesimde uzun zaman varlığını korumuştur. Köy kiliselerinde bu tarz yapılara, XIII. yy’da, Gotik dönemde bile rastlanmıştır.
Biraz daha büyük yerleşimlerde de benzer olmakla birlikte, daha geniş boyutlarda yapılar gerçekleştirildi. Sahının uzunluğu yirmi metreyi bulabiliyordu. Koro yerlerinin neredeyse tamamı yeniden inşa edildiğinden, sahına bağlı koro yerlerine pek seyrek rastlanır.
Daha iddialı yapılarda, sahın daha geniştir ve dikdörtgen filayaklarına dayanan yarım daire biçiminde kemerlere yan sahınlardan ayrılan merkezi bir sahın oluşur. Çoğunlukla geniş olan çapraz sahın bir veya üç apsid olabilen bir koro yerine açılır. Bin yılından hemen sonra Mans’daki Notre-Dame-de-la Couture ve Tours’daki Saint-Martin kiliselerinde olduğu gibi, gezinti yerli (yan sahınlı) ilk koro yerleri görülmeye başlar. Tek olan kule, genellikle çapraz sahının üstünde yükselir. Birden fazla kule olması durumunda bunlar ön cephede yer alırlar ve taban bölümleri ana kapı işlevini görür. Bazen de kulelerin koro yerinin iki yanından yükseldiği görülür. Pencerelerin daha önceki döneme göre küçük olması, kiliseye loş bir hava verir.


Her yapı kendine özgü çizgilere sahiptir. Daha sonraki dönemde olacağı gibi üslupta bölgeselleşmeye rastlanmaz. Model ve üslup son derece bir yayılma alanı bulduğundan teknikleri ve hacimlerin ele alınışı oldukça türdeştir. En büyükler dışında, yapı işinin yerel zanaatçıların, hatta bizzat halkın elinden çıktığı kesin gibidir. Bu mimarlık, duvar çizgisinin zemine oturtulması dışında başka bir plana gerek bırakmadığından gerçekleştirilmesi oldukça kolaydır. Bu yüzden de, yapı kelimenin modern anlamıyla gerçek bir mimarlık yaklaşımdan çok basit bir duvar işçiliğine dayanır

Bu yapılar, bin yılının hemen sonrasında, büyük manastır rahiplerinin ve piskoposların şehirleri veya manastırları için en güzel tapınakları yaptırma kaygısıyla da desteklenen yeni bir mimarlığa tanıklık ederler. Çoğu zaman mali açıdan ağır ve zaman zaman da dini cemaatler içinde anlaşmazlıklara neden olan büyük inşaat programları atılımına katkısı olan olumlu bir yarışmadır bu. Bazı manastır rahipleri, keşişleri tarafından, ortak mirası güzel bir kilise uğruna saçıp savurmakla suçlanacaktır. Reims’deki Saint-Remi Manastır Kilisesi’nde yapının alt bölümleri 1015’e doğru rahip Airard’ın yenilikçi devasa projesini gözler önüne serer Airard’ın ardılları yapıyı daha alçakgönüllü bir yaklaşımla tamamlamak zorunda kalacaklardır.


Gene de, en azından krallık çevresinde, büyük olasılıkla 1. Henri dönemindeki (1031-1060) zor siyasi koşullar yüzünden bu atılımın hızı kesilmiştir XI. yy’ın sonlarına doğru, yarım yüzyıl öncesinde belirlenen temeller üzerinde, kilise yapım veya restorasyon çalışmalarının yeniden hız kazandığı görülür

Güney. Kuzey İtalya’dan çok fazla etkilenen ilk güney Roman sanatı, daha çok düzgün biçimde örülmüş işlenmemiş taştan yapılarla dikkat çeker Kiliseler, büyük yapılarda çok, geniş bir çapraz sahın ve basamaklı bir mihrapla, üç sahınlı olabilir; kırsal kesimdeki küçük kiliselerde daha çok, küçük bir apsidle uzayan tek bir sahın vardır. Bu mimarlık önce İsviçre ve Ren bölgesine yayılacak daha sonra Bourgogne ve Lombardialı duvar ustalarının gittiği Katalonya’yı etkileyecektir Oradan da Akdeniz boyunca ve İspanya’da yayılacaktır. Genellikle yapıya özel bir duvar süslemesi eşlik eder. Bu düzenli aralıklarla, Iezeıı adı verilen ince pekitme ayaklar tarafından taşınan küçük sıra kemerler söz konusudur. Oluşturduğu bütüne Lombardia şeridi denir. Bunun, güneş ışığıyla meydana gelen gölge oyunları sayesinde belirgin bir dekoratif işlevi vardır Ama aynı zamanda duvarlara destek vererek anıtın sağlamlığına da katkıda bulunur. Eşit kemer açıklığında daha ince duvarla inşa edilmesine olanak verir. Genellikle binaların kemersiz kısımlarında uygulanır.

Özellikle Katalonya’da çan kuleleri büyük önem kazanır. Bunlar, iç cepheleri Lombardia şeritleriyle süslü, kat kat açıklığı olan kare planlı yüksek kulelerdir. Çoğu zaman yanal Çan kuleleri söz konusudur Saint-Martin-du-Canigou’nunki veya Saint-Michel-de-Cuxa’nın çapraz sahının iki ucunda yükselen iki çan kulesi (yalnızca biri ayaktadır) özellikle dikkat çeker.



İkinci Roman sanatı  
İlk Roman sanatı, kuzey ve güney olmak üzere, yalnızca ikiye ayrılabilecek kadar büyük bir üslup türdeşliği gösterirken, ikinci dönem daha dağınıktır. XIX. yy’da Ortaçağ mimarlık tarihiyle ilgili ilk çalışmaların başlamasıyla birlikte, bir bölgesel okullar kuramı geliştirilerek, düşünce sistemine açıklık getirilmeye çalışılacaktır. Bu okullar arasında Bourgogne Potau Saintogne, Provence, Normandiya vb sayılabilir. Şu veya bu bölgede, oradaki büyük bir anıtın eskisiyle, üslupla ilgili eğilimlerin açıkça ortaya çıktığı doğruysa da, bu eğilimler hiçbir zaman kesin coğrafi sınırlara sahip olmamıştır. Olsa olsa, geniş belgesel araştırmalar pahasına, şu veya bu teknik veya dekoratif özelliğin yayılım alanı kestirilebilir ve bu alan siyasi bir alanla asla örtüşmez. Bu yüzden, bugün bu oldukça katı sınıflandırmadan vazgeçilmiş ve bazı yerlerde özgün işler ortaya koyan dinamik ekiplerin varlığının saptanmasıyla daha esnek bir fikir yürütme biçimi benimsenmiştir. Özellikle Normandiya, Bourgogne ve Katalonya’daki durum budur. Başka bir yerdeyse belirleyici öğe büyük bir yapı olabilir ve kendinden sonrakilere örnek olmuştur. Tekniğin ve süslemelerin, araştırmacıların çoğu zaman anlamakta zorlandıkları yasalara göre, çok büyük mesafeler kat ederek yayıldıkları saptanmıştır. Ortaçağ insanları, özellikle de duvar zanaatçıları, yapı tutkunu, büyük manastır rahipleri veya piskoposlar çok seyahat ederlerdi ve büyük bir olasılıkla, gezip gördükleri yerlerdeki bazı eserlerden çok etkilenmişlerdir Görülüyor ki Roman mimarisi çizgisel doğrultuda evrim göstermemiş tam tersine sürekli bir kaynaşma içinde gelişmiştir.



Roman sanatının getirdikleri
İnşaat tekniklerinin evrimleşmesi ve ekonominin gelişmesiyle, kiliselerde koro yerlerinin çapraz sahınları ve sahınların üstü tonozlarla süslendi.

Tonozlar. Tonozların yaygınlaşması kiliselerin görünüşünü alabildiğine değiştirmiştir. İlk dönemde yalnızca apsidler üzerindeki yarım daire biçimindeki tonozlarla, kuzeyde çok küçük yapılarda ve yan sahınlarda haçtonozlara, güneydeyse birkaç beşik tonoza (Saint-Martin-du-Canigou Kilisesi’ninkiler ünlüdür) rastlanır. Gerçek Roman mimarisi eklemli yapısından tanınır. Gerçekten de, her kemer boynuna, her bir kemere özel bir destek eklemek adet haline gelmiştir. Binaların çıplak duvarları kemer boyunlarıyla hareketlendirilmiştir. Tonozlar duvar boyunca uzanan basit yassı filpayeleri veya duvara gömülmüş yarım sütunlar, olabilir. İç duvarlar böylece açıklıkları belirleyen bölmelere ayrılmıştır. Başlangıçta tonozların ağır ve hantal olması, yapımcıları baskıyı kaldıracak çok kütlesel destekler öngörmeye zorlar. Zamanla bu tonozlar incelir, gitgide daha hafifler ve daha yüksek, daha zarif yapıların gerçekleştirilmesine olanak sağlar. Ama bu tonozların kemer açıklığı sınırlıdır ve bu yüzden öncekilere göre daha dar sahınları taşıyabilir.

Roma Eskiçağı’ndan miras kalan bir tonoz yapma biçimi bazı büyük yapıtlara esin kaynağı olabilecekken, gerçekleştirilmesindeki büyük güçlük yüzünden sonuçta çok ender kullanıldı: kubbedir bu biçim. Kubbeye çoğu zaman kulelerin altında, çapraz sahının kesişme noktasında rastlanırsa da Périgueux’deki Saint Front Bazilikası’nda, Angoul Katedrali’nde veya Souillac’ta olduğu gibi geniş sahınların da kubbeyle örtüldüğü görülür.

 

Kubbelerde tonozların telle bağlanması binayı hantallaştıran çok dayanıklı bir payandalamayı gerektirmesi yüzünden sonuçta ön plana çıkan kaburgalı tonoz olmuştur.

1140’a doğru İle-de-France’ta Saint-Denis Manastır Klisesi’nin önyüzünde gotik üslup ilk kez ortaya çıktığında, Roman mimarisi en parlak dönemindedir. Birdenbire de ortadan kaybolmaz. Tersine, Paris çevresinde bile, en azından XII. yy sonlarına kadar devam eder. Roman’dan Gotiğe geçiş ani bir olgu değil, sürekli bir başkalaşımın sonucudur. Sözgelimi, kemerler ve sivriköşeler bunların varlığıyla belirlenen Gotik sanatın teklifinde değildir. Son dönem Roman sanatında da bu öğelere rastlanır.

XI. yy sonundan başlayarak Bourgogne’da kesinlikle Roman üslubundaki yapılarda da görüldüğünden, yarım kemerin Gotik için belirleyici bir ölçüt olmadığı biliniyor. Öte yandan, köşeli tonoz da, ilk dönemde, başlangıçta yarım olmayan, tonozun ortasında birbiriyle kesişen ve çoğunlukla köşelerde küçük sütunlara dayanan iki kemer biçiminde ek bir destekten başka bir şey değildir. Köşeler öncelikle haçtonozlar üzerine uygulanır. Bardia’da veya Güney Fransa’daki (sözgelimi Caunes-Minervois Manastır Kilisesi’nde) en eski çapraz köşeler XI. yy sonunda ortaya çıkar.

 

Bunlar son derece kalın tonozları taşıyan dikdörtgen kesitli kemerler, kunt yapılardır. Aslında tonozu gerçek anlamda taşımamakta ama onunla kaynaşıp bir bütün oluşturmaktadır.
XII. yy başından itibaren, sivri köşeler hızla zarifleşir, silmelerle süslenir, tonoz inceldikçe incelir. Sivri köşeli kemer boyunları kilisenin iç hacminin eklemlenmesine katkıda bulunur ve çok sayıda küçük sütunla çevrili birleşik ayakla oluştururlar. Bununla birlikte hâla Roman sanatından söz edilebilir. Gerçekten de, yapının bütün ağırlığı henüz kemerlere değil, hâlâ pekitme ayaklarıyla desteklenmiş geniş duvarlara dayanmaktadır. Eklemlenme artık sadece yatay değil düşeydir de. Çünkü, içerde ve dışarda, iç duvarlar üzerindeki katlar kornişlerle açık seçik belirmektedir.



Manastırlar. Roman dönemi boyunca keşişler o kadar hummalı bir kilise yapımı etkinliğine giriştiler ki, Roman mimarisi zaman zaman abartılarak manastırlar dünyasıyla özdeşleştirildi. Ama, şurası da gerçekti ki, ekonomik güçleri bakımından, böyle bir mali külfetin altından kalkmaya ancak kiliselerin olanakları elverdiğinden, ortaya konan büyük işlerin çoğu dini cemaatlerin eseriydi. Bir manastırın çevresindeki örgütlenme yapısı erken Ortaçağ’dan kalmadır. Bilinen en eski örnekler IX. yy’a uzanır. Ama, çok geçmeden bütün Avrupa’ya yayılan Cluny’deki manastır planlı modeli uzun bir zaman için yalnızca Roman döneminde benimsenir.

 
Kare planlı iç avlu kapalı olup, ruhban sınıfı dışındakiler giremez buraya. Burası hem bir dinlenme yeri, hem tıbbi bitkilerin yetiştirildiği bir bahçe, hem de bu tefekkür köşesidir. Ayrıca manastır yaşamı için gerekli çeşitli binalara giden galerilere bağlıdır. Genellikle kilisenin güneyinde yer alır çünkü, güney galerisi kiliseye dayanmaktadır. Aslında, amaç daha fazla güneş almaktır. Doğu galerisi, genellikle çapraz sahının kol uzantısı içinde yer alan mihrap bölümüne girişi sağlar. Burası manastırın toplantı salonudur ve zemini hemen hemen her zaman dehlizlerden daha aşağıdadır. Giriş, kemerli dev bir kapıdan sağlanır. Toplantı salonunun uzantısında bir çalışma salonu düzenlenmiştir. Büyük manastırlardaki scriptorium adı verilen yazı atölyesi burada yer alır. Gerçekten de, avlu çevresi dehlizlerinin güneydoğu köşesindeki mutfağın yakınlığı, sıcak bir ortamda çalışma olanağı sağlardı. Yatakhaneler çalışma salonunun papazlar bölümünün üstünde bulunurdu. Keşişlerin gece ayinleri sırasında hızla koro yerine geçmelerini kolaylaştırmak için yatak odalarından kilisenin içine inen bir merdiven vardı. Avlu çevresi dehlizlerin güneyinde yemekhane bulunurdu.
Dehlizleri başlangıçta güneş ve yağmuru kesen bir sundurmaya destek olan sıra sütunların çok geçmeden bezemelerle donatılması yüzünden sanat yaratıcılığının ortaya konduğu en gözde yerlerden biri olmuştur. Sütun başlıkları, tabanlar sütun tablaları, hatta küçük sütun ve yarım ayaklar süslenmiştir. Bazı dehlizler de yalnızca heykel süslemeleri görülürken bazılarında dini figürlü sahnelere rastlanır.

Hac kiliseleri. Roman dönemi büyük hac yolculuklarının da geliştiği bir dönemdir. Çok sayıdaki bölgesel ziyaret yerlerinin dışında, üç haç yeri bütün bir Hıristiyanları kendine çeker: İsa’nın mezarının bulunduğu Kudüs, Aziz Petrus’un kutsandığı Roma, IX. yy’da havari Yakub’un mezarının bulunduğu Compostela (İspanya).  Erken Ortaçağ’da ekonomik güçlükler ve Siyasi istikrarsızlık yüzünden büyük hac yolculukları engellendi. Ama bin yılından başlayarak her sınıftan binlerce insan yollara düşerek Ortaçağ’ın en çarpıcı ekonomik hattını çizdi. Bu üç ziyaret yerinden en fazla ilgi görenler Roma ve Compostela’ydı. Fransa’da peyzaja özellikle Santiago de Compostela yolu damgasını vurmuştur.


Hac yolları konaklama noktaları, hastaneler, kiliselerle birlikte gelişip süreklilik kazanır. Önemli bir kutsal emanetin ziyaret edildiği bazı büyük beldeler bağlantıyı sağlar. Hacıların akını çok geçmeden, XI. yy’dan başlayarak buralarda kalabalıkları kucaklayacak büyüklükte kiliselerin inşa edilmesine yol açar. O dönemin en büyük kiliseleri arasında Chartes Notre Dame Kilisesi, Tours’daki Saint-Martin Kilisesi, Vözdlay’daki ‘Madeleine Kilisesi. Toulouse’daki Saint-Serin Kilisesi ve İspanya’da Santiago de Compostela sayılabilir. Bunlar oranlarıyla da yapı teknikleriyle de insanı şaşırtmayan klasik Roman kiliseleridir ama boyutları normalin iki katıdır. Yapılara daha fazla genişlik kazandırmak için sahınların sayısını beşe çıkartan çifte yan sahınlar inşa edilmiştir. Gerektiğinde yan sahınların uzantısı çapraz sahın içinde devam eder. Gezinti yerleri ve ışıl ışıl kapellalarıyla koro bölümüne son derece geniş bir yer ayırır. Bu büyük kiliseler mimarlık sanatı üstünde itici bir güç  buralarda gerçekleştirilen yenilikler daha mütevazi yapılarda da yankısını bulmuş ve yolculuklar üslupların farklı yerlere yayılmasını sağlamıştır.


İnşaat teknikleri
Erken Ortaçağ’da Roman dönemi yapılara çok açık bir teknik ilerleme göze çarpar. Anıtlarda eski parçaların kullanımı gitgide azalır. Küçük kiliselerde bile, temel olarak taş ocaklarından çıkarılan taşlar kullanılır. XI. yy’ı kapsayan birinci dönemde en çok moloz taşlardan yararlanılır. Ama, önceki yüzyılın geleneğinde, duvar taş taş üstüne örülmüştür ve böylece iç duvarlar düzgün bir görünüm kazanmıştır. Çoğu zaman, özellikle de en eski yapılarda verevlemesine veya balıksırtı biçiminde taş döşemeciliğine rastlanır. İç duvarlar düzdür binalarda genel de tonoz kullanılmadığından, pekitme ayaklarına da seyrek rastlanır. Binaların taşıyıcı bölümleri direkler duvar köşeleri, pekitme ayakları, kapı ve pencere pervazları, kemerler çoğu’-zaman orta boyda taşların kullanımıyla güçlendirilir.


Bu boy taş örgüsü zaman zaman Karolenj mimarisinde karşımıza çıkarsa da, XI. yy’dan itibaren, yer altında, en azından kalker ve kumtaşı gibi inşaata elverişli kayaların bulunduğu bütün bölgelerde inşa edilen kiliselerin pek çoğunun ortak özelliğidir. Taş bakımından y bölgelerde moloz taşlar bütün bir Ortaçağ boyunca kullanılacak ve bunun dışında, yalnızca taşıyıcı bölümlerde kesme taş kullanılacaktır. Orta boy taş kol gücüyle kolayca taşınıp aktarılabilen kesme bir taş birimidir. Gerçekten de, Roman inşaatçıları kaldıraçlardan fazlaca yararlanmış görünmüyorlar ama gene de malzemeyi o son derece yüksek binaların en tepesine kadar çıkartmaları gerekiyordu. Yirmi kilogram kadar çeken taşlar ve harçtan oluşan bir yapı için iskeleler ve palangalar yeterliydi. Bu taşlar taşın yüzeyinde ilginç işaretler bırakan çizecek veya kazı kalemiyle yontuluyordu. Görüldüğü kadarıyla bu taşlar şantiyede işlenmiş olmalı. Çünkü taş ocağından çıkartılan taşlar kabaca kare biçiminde kesilmiş bloklar halinde oluyordu.

Orta boy taşın kullanıldığı duvar örgüsü Roman dönemi boyunca evrime uğradı; bin yılına doğru en eski örneklerde, biçim henüz mükemmel değildir, köşeler pek belirgin sayılmaz ve aradaki harç son derece kalındır: bazen 4 cm’den fazla. Yavaş yavaş işçilik gelişir ve aralıklar incelmeye başlar. Dönemin sonuna gelindiğinde, köşeler iyice sivrilir ve aralıklar incelir: 1 cm’den az. Axis.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder