Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Erken Osmanlı Mimarisi: Camiler

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve imparatorluğa yöneliş yıllarının ünlü kentlerinden İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul’da karşımıza çıkan cami ve mescitlerin ilk örnekleri, diğer Anadolu Beylikleri’nin benzer amaçlı yapılarıyla yakın ilişki içindedir.
İznik’te 1334 tarihli Hacı Özbek Camisi, önünde son cemaat yeri bulunan, tek kubbeli yalın bir yapıdır.
O dönemde kubbeler Bizans geleneğinde olduğu gibi kiremitle örtülmüştür. Duvar konstrüksiyonu da taş-tuğla almaşıklığı ile yerel Bizans duvar tekniğini sürdürür. Bu tarihi bilinen ilk mescitten başlayarak Anadolu'da Selçuklu çağı tipolojileri ile yerel inşaat tekniklerinin Osmanlı mimarisinin fizyonomisini oluşturan bir İslami biçim-yerel yapı tekniği bireşimi olduğunu söyleyebiliriz.
Sözen Osmanlı Mimarisi


Yapım yılı bilinen bu en eski Osmanlı yapısının ardından gene İznik’de karşımıza çıkan Yeşil Cami, tek kubbeli sınırlı mekânı genişletmek isteğinin ağır bastığını gösteren bir örnektir. 1378-1391 yılları arasında Candarlı Halil Paşa’nın mimar Hacı Musa’ya yaptırdığı cami, ayrıca sırlı tuğla ve çinilerden oluşan minaresiyle geçmişle ilişki kurmaktadır. Dönemin atılım istekleriyle, çözüm bekleyen sorunlarını benliğinde saklayan Yeşil Cami gibi tek kubbeli erken dönem örneklerinin bir bölümünde, kubbe sınırlarının büyütülmesi çabaları dikkati çekmektedir.

Bu cami iki değişik kökenli öğenin birleştirilmesiyle oluşmuş özgün bir plana sahiptir. Osmanlı mimarisinde tek benzer planlı yapı Yıldırım'ın Mudurnu Camisi'dir. Bu karakteriyle Erken Osmanlı mimarisinin oluşmasındaki kültür ortamının seçmeciliğini ve belki de heyecanını sergileyen önemli bir yapıdır. Kurucusunun Çandarlı sülalesinin de kurucusu ve sultan ailesi dışında ilk “veziriazam” olması mimarlık tarihimizde simgesel konumunu daha da pekiştirir.

Cami harimi Selçuklu çağı Konya mescitlerinin bazılarında rastlanan kubbeli odaya eklenen bir giriş sofası ile Selçuklu kaynaklı bir mescit şemasıdır. Sözen


Erken Osmanlı cami ve mescitleri içinde eski köklü denemelerin sürdürülmesi yolunda anıtsal ölçülere vardırılan örneklerle de karşılaşılmaktadır. 1399 tarihli, yirmi kubbesiyle Bursa Ulu Camisi, çok ayaklı camiler konusunda verilebilecek en belirgin örnektir. Osmanlı topraklarında uzun süre uygulanmış bu tip yapılar, değişik boyutlar içinde denenmiştir. Bursa Ulu Camisi örneğinde dikkati çeken bir nokta, mihrap ekseni üzerinde şadırvanlı, üstünde açıklığı bulunan bir bölümün yer alışıdır. Selçuklu yapılarında da gözlediğimiz bu durum, Osmanlılar’ın bu tip yapılarında değişik görünüşlerde tekrarlanmıştır. Genellikle bütün bu yapılarda örtü kubbeye dönüşmüş, büyük bir tutkuyla sürekli kullanılmıştır. İstanbul’da 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından bile kullanılmış olması bunu göstermektedir.

Bursa Ulucami 3D

Zaviyeli Camiler
Erken Osmanlı dinsel yapıları içinde değişik amaçları içeren bir yapı tipi uzun yıllar kullanılmış, bir bakıma Osmanlı kuruluş ve gelişme döneminin simgesi niteliğine bürünmüştür. “Zaviyeli Camiler” olarak adlandırılan bu yapıların örnekleri bütün Osmanlı topraklarında değişik yoğunlukta uygulanmıştır. Kendi içinde sınırlı da olsa belirli bir değişikliği getiren bu yapılar, aynı zamanda Osmanlı toplum yapısının 14. ve 15. yüzyıldaki durumu konusunda da ilginç kesit vermektedir. Bu yüzyılda tarikatların toplum yapısında oynadıkları rol gözönüne alınınca, bu tür yapıların hangi gereksinmenin sonucu ortaya çıktığını açıklamak kolaylaşmaktadır. Dinsel görevi yerine getiren caminin yanı sıra oturulacak ve içinde yaşanacak mekânları da içeren bu yapılar, Osmanlı sultanlarının siyasal amaçlarına da uygun bir biçimlenmeye konu olmuşlardır. 12. ve 13. yüzyılın medrese ve zaviyelerinin planlama anlayışı bu yapılarda etkilerini sürdürmüş, zamanla yeni boyutlar kazanmıştır. Kaynak gene Anadolu’da değişik amaçlı yapılarda karşılaştığımız avlulu, dört eyvanlı şemadır. Bunun yoğun biçimde kullanılışını, daha önce sözünü ettiğimiz medrese ve zaviyelerde görüyoruz.

Osmanlı yerleşme merkezlerinde yoğun bir biçimde karşımıza çıkan bu tipin örnekleri arasında: Bursa Hüdavendigar, Iznik Nilüfer Hatun, Yenişehir Postinpuş Baba, İznik Yakub Çelebi, Geyve Imaret, Eski Bilecek Imareti, Edirne 1. Bayezid, Bursa Ebu Ishak, Balıkesir Bayezid, Bursa Bayezid, Bursa Timurtaş, Amasya Bayezid Paşa, Bursa Orhan Gazi, Bursa Yeşil Imaret, Edirne Gazi Mihal, Bursa Muradiye, Amasya Yörgüç Paşa, Edirne Muradiye, Tire Yeşil Imaret, Karacabey Imareti, Istanbul Mahmud Paşa, Istanbul Murad Paşa, Istanbul Rum£ Mehmed Paşa, Afyon - Imaret, Inegöl Ishak Paşa, Tokat Hatuniye, Trabzon Büyük Imaret, Afyon-Sincanlı Sina Paşa belirtilmeye değer mimari eserlerdir.


Saydığımız bu örnekler içinde ilginç görünüş sahip, geçmişle köklü bağlarını birçok noktada koruyan erken tarihli bir örnek, 1365/1366 yıllarında yapımına başlanan Bursa’daki Hüdavendigâr İmareti’dir. Sultan I. Murat’ın bu yapısı, kentin dışında Çekirge’de çevreye egemen bir noktadadır. Alt kat cami, üst kat medrese olarak düzenlenmiştir. Alt katın planı, kapalı dört eyvanlı medrese şemasına güçlü şekilde bağlanmakta, kaynak konusunda sağlam görünüşler taşımaktadır. Üst kat ise bütünüyle medrese olarak tasarlanmıştır. Yapının revaklı ön cephesi bu tip örnekler içinde olduğu kadar, cephe mimarisinin gelişimi açısından da özgün bir deneme olarak kabul edilmektedir.




Yıldırım Bayezid’in geniş kapsamlı bir külliye olarak yaptırdığı Bursa’daki Yıldırım Külliyesi’nin camisi, zaviyeli camilerin kendi içindeki gelişimi konusunda bir adımdır. Artık yapıda cami kısmı ağırlık kazanmakta, örtü sistemi kubbeye dönüşmekte, ayrıntılarına kadar özenli bir işçilik dikkati çekmektedir. Anıtsal görünüşlü son cemaat yeri bu yapının en karakteristik yapılarından birisidir.



Bu tip yapıların en zengin örneklerinden birisi gene Bursa’da karşımıza çıkmaktadır. Çelebi Sultan Mehmed’in yaptırdığı 1419 tarihli Yeşil Cami, plan olarak değişik amaçlara uygun biçimlendiğini açıkça göstermekte, ayrıca bir bakıma döneminin mimari ve bezeme ilişkilerini göstermektedir. Mimar Hacı Ivaz Paşa’nın bu-yapısında sultana ait özel bir daire, ocaklı tabhane odaları, ortada havuzlu kısma açılan kubbelerle örtülü mekânlar bulunmaktadır. Artık beşik tonozların biçimlendirdiği eyvanlar yerlerini değişik boyutlarda kubbelere bırakmakta, bu durum gittikçe güçlenerek gelişmektedir. Bu yapıda karşılaştığımız bezeme örnekleri, Selçuklu dönemi özelliklerinin uğradığı değişmeleri ve doğudan gelen yeni etkileri göstermesi bakımından ilginçtir.

Uzun yıllar varlığını belirli değişmeler içinde sürdüren Zaviyeli/Ters T tipi camilerin yanı sıra, Osmanlı mimarisinde yeni gelişmelere yol açan başka denemelere de tanık olunmaktadır. “Merkezi Kubbeli Camiler” denilen bu tipin erken örneklerinden birisi Edirne’de karşımıza çıkan Üç Şerefeli Cami’dir. 



Sultan 2.Murad tarafından 1438-1447 yılları arasında yaptırılan bu cami, daha sonraki cami gelişmesinde bir örnek niteliğine bürünmüştür. Şerefeli Cami’nin belirgin özelliklerinden birisi, ana mekânın büyük kubbesinin ikisi bağımsız olmak üzere altı ayak üzerine oturtulmasıdır. 24 m. çapındaki bu kubbenin yanlarla ilişkisi yeterince güçlü değildir. Bu durum yan mekânların, özellikle örtü sisteminin bütünüyle çözülmemesinden doğmaktadır. Yanlarda yer alan iki küçük kubbe bir yana bırakılırsa, ikisi bağımsız altı ayağa dayanan merkezi kubbe, daha sonraki gelişmeler için denenmesi gereken olanakları açıklıkla göstermektedir. Kuşkusuz bu önemli atılım ilk kez bütünüyle bu yapıda belirlenmemiştir. Daha önce değindiğimiz Silvan Ulu Camisi ile Manisa Ulu Camisi bu gelişmenin ilk adımlarıdır. Bu yapılar arasındaki bağlantı yalnız ana mekân biçimlenmesi açısından değildir. Üç Şerefeli Cami’de avlunun biçimlenmesi de dikkat çekicidir. Burada ilk kez bir Osmanlı yapısında revaklı iç avluyla karşılaşılmaktadır. Ayrıca avlunun köşelerine yerleştirilen dört minare ile yapı arasında organik bir bağ kurulmaya çalışılmıştır. Kısaca Erken Osmanlı yapıları, Üç Şerefeli denemesinde yeni bir özümlemeye uğramış ve bu yapı tüm Osmanlı mimarisi için bir dönüm noktası olmuştur.



Edirne'nin Türk mimarlık tarihine katkısında Üçşerefeli'nin özel bir yeri vardır. II. Murad'ın bu ulucamisinin incelenmesinden önce Osmanlılar için yeni olan bu cami tipolojisinin ortaya çıkışı konusunun irdelenmesi gerekir. Üçşerefeli, planı geleneksel İslam cami planının gelişerek, en sonunda tek kubbeli orta mekân geleneği ile birleşmesinin ifadesidir. Başka İslam ülkelerinde olmayan bu transformasyonun bütün aşamalarını Türkiye'de izleyebiliyoruz.
(…)

Üçşerefeli'nin ilk avlulu Osmanlı camisi olması, avlu kullanımının kaynağının Batı Anadolu olduğunu ve oradan da Güneydoğu'ya ve Suriye İslam geleneğine bağlandığını göstermektedir. O zamana kadar hiçbir Osmanlı camisinde görülmemiş olan avlunun yapılabilmesi için sultanın onayını almak gerekirdi. Fakat buradaki uygulama şekli ile bir sultan tarafından tasarlanması olanaksız olan bu revaklı avlunun burada adı geçen Muslihiddin adlı bir mimarın tasarımı olduğu söy­lenmiştir.  Muslihiddin'in Güneydoğu Anadolu ya da Suriye kökenli olması gerekir. Dolaylı da olsa, burada yine Memlûk kültür bölgesi ile Batı Anadolu beylikleri ve Osmanlılar'ın ilişkilerini gösteren bir olgu söz konusu olabilir. Sözen

Osmanlı dinsel mimarisinin 15. yüzyılda ulaştığı bu düzey, İstanbul’un alınması ve Doğu-Batı dünyası arasında büyük bir imparatorluğun oluşmasıyla yeni özümlemeleri beraberinde getirmiştir. İmparatorluğun mimarları ve diğer sanatçıları Osmanlı topraklarında ortak yanları güçlü bir mimariyi egemen kılmaya başlamışlardır. Bu konuda Osmanlı sarayı, bilinçli olarak “Hassa Mimarları” eliyle mimari eylemlere biçim vermiştir. Ancak-güçlü bir merkezi sistemin varlığına karşın - bazı bölgelerde köklü gelenekler bir oranda yaşama olanağı bulmuş, bu durum uzun yıllar sürmüştür.

İstanbul’un alınması ve başkent olmasının hemen ardından kentte yoğun bir mimari çalışmanın egemen olduğunu anlıyoruz. İlk camiler daha çok zaviyeli cami örneğine uygun ele alınmışsa da, geçen zaman içindeki değişmeler sonucu, yapıların cami özelliği daha ağır basmıştır. İstanbul’daki zaviyeli camiler içinde 1463 tarihli Mahmud Paşa Camisi, 1465-1471 yılları arasında yapılan Murad Paşa Camisi, 1471 tarihli Rumi Mehmed Paşa Camisi, 1500 yılı dolaylarında yapıldığı sanılan Atik Ali Paşa Camisi küçük yeniliklerle karşımıza çıkmaktadır.


Bu yıllardaki en büyük uygulama olan geniş kapsamlı tasarlanmış Fatih Külliyesi, birçok özellikler içermekte, aynı zamanda sürekli tartışmalara konu olmaktadır. Ağırlık merkezi caminin çevresinde, medrese, tabhane, darüşşifa, türbe ve kervansaray gibi yapılardan oluşan bu külliyenin, bir bölümü yıkılmış olmakla birlikte büyük bir bölümü ayaktadır. Osmanlı toplumunun Fatih dönemindeki örgütlenmesinin ulaştığı düzeyi açıklıkla yansıtan, düzenli bir kuruluş örneği veren bu külliyenin 1463-1470 yılları arasında tamamlanan, 18. yüzyılda yıkılan ve yeniden başka bir şema içinde tamamlanan camisi, ortada bir kubbe, mihrap önünde ona bağlanan bir yarım kubbe, yanlarda üç kubbeden oluşmaktaydı. Fatih Camisi’nin bir önemi de, daha sonraki gelişmeleri açıklamak yönünden olmaktadır.


Fatih Camii, ne yazık ki, bize aslının ne olduğu hakkında yeterli fikir vermiyor. Çünkü cami 1766 depreminde yıkıldı ve Fatih`in camii olduğu için çok kısa sürede onarılarak 1871`de şimdiki biçimini aldı. Onarım emrini veren Sultan III. Mustafa, yapan da zamanın ünlü mimari Mehmet Tahir Ağa`dır. Mehmet Ağa Şehzade`den beri büyük camilere uygulana klasik plana uyarak, büyük kubbeyi dört yarım kubbeyle çevirdi. Böylece, Osmanlı mimarisinin gelişim çizgisinde çok önemli bir gedik ortaya çıkıyor. Fetihten sonra yapılmış ilk anıtsal binanın nasıl olduğunu tam olarak tasavvur edemiyoruz. Gene de, eski kayıtlardan, genel bir fikir ediniyoruz. Çemberlitaş`taki Atik Ali Paşa Camii gibi mihrap tarafında tek bir yarım kubbesi, iki yandaki galerilerin üzerinde üçer küçük kubbe olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, bina dışarıdan oldukça büyük payanda duvarlarıyla desteklenmiş.


Bazı Anadolu şehirlerinde daha eski modelleri olan Atik Ali Paşa daha sonraki Osmanlı mimarisinin kaynağı olmamıştır. Bu bakımdan, bu planın devasa ölçekte bir tekrarı olan Fatih Camii de, Bayezid Camii kadar doğurgan olmamıştır,  diyebiliriz.
İstanbul Gezi Rehberi / Murat Belge / Tarih Vakfı Yurt Yayınları


İstanbul’da 2.Bayezid’in mimar Yakup Şah bin Sultan Şah’a 1501-1506 yılları arasında yaptırdığı İstanbul Bayezid Külliyesi’nin camisi, Fatih Camisi örneğinin bir devamı, anıtsal Osmanlı camilerinin başlangıcı niteliğinde karşımıza çıkmaktadır.
Bayezid Camisi’nde ortada bir kubbe, güney-kuzey yönünde buna bağlanan yarım kubbeler, yanlarda dört küçük kubbeden oluşan ana mekâna, ayrıca iki yönde beşer kubbeli tabhane mekânlarının katıldığını görüyoruz.



1522 tarihinde tamamlanan Istanbul’daki Yavuz Sultan Selim Camisi’nde de tek kubbeli ana mekâna doğu-batı yönünde kubbeli tabhane bölümünün eklendiği görülmektedir. Benzer biçimde Edirne’- de 1484-1488 tarihleri arasında yapılan ünlü Edirne Bayezid Külliyesi’nin tek kubbeli camisinde de bu tür görünüşler taşıyan bölümler daha önce denenmiştir.


Bu gelişmelerin yanı sıra ortada sütun ya da ayaklara oturan bir kubbe, yanlarda beşik tonoz ya da yarım kubbeler, köşelerde küçük tonoz ya da kubbelerin yer aldığı bir şemaya uygun cami örnekleri de Mimar Sinan ve Klasik Osmanlı mimarisine kadar ağır ağır gelişerek gelmiştir. Mimar Sinan ve onu izleyen mimarlar elinde merkezi yapı denemeleri arasında önemli bir gelişmeyi beraberinde getiren bu tip yapıların erken örnekleri arasında Çemişgezek Yelmaniye Camisi (1397-1406), Hacı Hamza’da Sinan Paşa Camisi (1506), daha önce değindiğimiz Elbistan Ulu Camisi (15. yüzyıl sonu 16. yüzyıl başı), Diyarbakır’da Fatih Paşa Camisi (1522), Kargı’nın Oğul Köyü’nde Oğuz Camisi (16. yüzyılın ilk çeyreği) sayılabilir. Aralarında ayrılıklar bulunmasına karşın merkezi yapı denemelerinde bize ipucu veren bu yapılar bir yandan yeni gelişmelere olanak tanımış, diğer cami şemalarında olduğu gibi, ağır ve sürekli bir gelişmenin varlığını ortaya koymuştur. Bu yapılar içinde Diyarbakır Fatih Paşa Camisi örneğinde olduğu gibi, yanlarda tabhane niteliğinde mekânların bulunuşu, toplum yapısındaki yeni gereksinmelerin mimariye nasıl yansıdığını, Osmanlı mimarisi konusunda yapılacak daha ayrıntılı araştırmalar ortaya koyabilecektir.
Anadolu Türk Mimarisi, Prof.Dr. Metin Sözen, Dr.Zeki Sönmez, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel  Yayınları.

6 yorum:

  1. yeşil cami bursa yazmışsınız fakat koymuş olduğunuz resim iznik yeşil camiye aittir. yanlışlığı düzeltmenizi öneririm.

    YanıtlaSil
  2. Uyarınıza teşekkür ederim. Gereken düzeltmeyi yapacağım.

    YanıtlaSil
  3. Hocam ayrıca bir yanlışlık daha var erken dönem mimarisi Fatih'e kadar olması gerekirken siz İki Padişahın yani Klasik Dönem mimarisini de vermişsiniz.İstanbul'un fethiyle erken dönem mimarisi son buluyor ve Bizans mimarisi de ekleniyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Belirttiğiniz gibi Klasik dönem Fatih ile başlıyor. Ben yararlandığım kaynağın dönemleştirmesine bağlı kaldım. Doğan Kuban da "Osmanlı Mimarisi" adlı yapıtında Fatih ve sonrası mimari yapıtları "Klasik dönem" kapsamında değerlendirmiş.

      Sil
  4. merhaba hem bursa da hem iznikte yeşil camii var diye biliyorum

    YanıtlaSil