Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Mozaik Sanatı

Mozaik Sanatı
İster yer, ister duvar kaplaması olsun, ister küçük taşlardan, cam veya mine parçalarından oluşsun, ister geometrik, ister figüratif bezemeli olsun, mozaik, Yunan-Roma ve Bizans sanatlarına birçok şaheser kazandırmış bir tekniktir.


Hem yararlı (boyadan daha dayanıklı olan mozaik, zeminlerin su geçirmesini önler ve duvar kaplamalarına sağlamlık kazandırır), hem dekoratif bir işlevi olan mozaik, yassı çakılların, taş, pişmiş toprak, mermer, renkli cam veya mine parçalarının, harçla kaplı düz bir zemin üzerine tutturulmasından oluşur. Döşeme mozaiği, M.Ö VI. yy’larda Akdeniz havzasında, ardından X.-XII. yy’lar arasında Bizans İmparatorluğu’nda gelişen duvar mozaiğinden önce de vardı.


Yassı Taşlar ve Tesseralar.
Yunan dünyasında M.Ö. VIII. yy’dan M.Ö. III. yy’ın başına kadar uygulanan yassı taş mozaiği, yontulmamış, beyaz, siyah, bazen de kırmızı küçük çakılların bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilir. Çakılların yuvarlak olması, çizgilerin kopukluk özelliğini güçlendirip dokuların arasındaki çimentonun görünmesine neden olarak, mozaiğe noktacı bir görünüm verir. Şekilli seramiklerden ve halılardan esinlenen V. yy’ın iki renkli yassı taş mozaikleri, koyu bir zemin üzerinde açık renk bir desen taşır, düz ve kabartmasız bir bezeme sunar. Yunanistan’daki Pella’da bulunan M.Ö. IV. yy’a ait mozaiklerde olduğu gibi, desenin bazı ayrıntıları ince kurşun tabakalarıyla çevrilmiştir.



Helenistik dönemde (M.Ö. II. yy) yassı taş mozaiğinin yerini tessera (veya tessella) mozaiği alır. Bu teknikte, taş, mermer veya pişmiş topraktan yontulmuş tessera denen ve birbirine uyan küçük küpler kullanılır; böylece doku aralarında bulunan alan küçülür ve parçalar harca yassı taşlardan daha iyi yapışır. Yaşlı Plinius’un deyişiyle taştan resim elde edilmiş olur.

İki türlü tessera mozaiği vardır: bileşimlerindeki öğelerin boyutlarıyla farklılaşan pavimentum tessellatum ve opus vermiculatum. Bunlardan tekrenkli veya geometrik, bitkisel, sonra da figüratif motiflerle bezeli olan ve büyük yüzey kaplamasında kullanılan birincisinde yüzey genişliği 0,8-1 cm hatta 3 cm olan küpler kullanılır.

Opus vermiculatum’da parçaların boyutları net bir biçimde daha küçüktür: 0,4 2 hatta bazen sadece 0,5 mm. Parçalar, titizlikle gerçekleştirilmiş ayrıntılar taşıyan şekilli tablolar tekniği-ne uyarlanmıştır. Örneğin Tivoli’deki Hadriana villasının güvercinli mozaiğinde, yer yer bir santimetre karede (opus vermicularum) yaklaşık 60 tessera bulunur. Her zaman mozaikçilerin atölyelerinde özel olarak yapılan ve emblemata (ana tabletler) denen parçalar, sonradan uygun bir zeminin üzerine yapıştırılır.


Çizgiler ve renkler kullanılan öğelere olduğu kadar bunların boyutlarına bağlı olarak da değişir. Opus vermiculatum orta bölümde kullanılır, kaba öğeler çevreye dağıtılır. Kompozisyon hep aynıdır: ortada, nadiren dairesel olan dört köşeli bir halı (kabartma etkisi yaratan geometrik motifler, üsluplaştırılmış gülbezekler, şekilli konular, bazen yazılar ve simgelerle bezenmiştir), bunun çevresinde ise geometrik şekillerle (gözler, büklümler, Yunan harfleri, üçgenler, baklavalar) yahut bitki motifleriyle (üsluplaştırılmış yapraklar ve dallar) bezenmiş birçok kenar süsü yer alır.

Başlangıçtan Pompei’ye
Anadolu’da Gordion sit alanında bulunan ve renkli çakıllardan oluşan en eski yassı taş mozaiği (M.Ö. VIII. yy) eski Yunan mozaiklerine (M.Ö. VI. yy) çok benzer. Bunların, Yunanlıların bu sanatı en yüksek kusursuzluk düzeyine ulaştırmalarından önce, Gordion mozaiğinden etkilenmiş oldukları düşünülebilir.

Ressamlar gibi mozaikçiler de, bütün Helenistik dönem boyunca, önce mekânı üç boyutta ele alarak (M.Ö. 330-280), ardından ışık oyunlarına başvurarak (M.Ö. 280-150), son olarak da gerçekçiliğe yönelerek (M.Ö. 150-50), yanılsama yaratıcı tasvire olabildiğince yaklaşmaya çalışırlar. Aynı dönemden itibaren, Mısır’daki İskenderiye ve Anadolu’daki Bergama olağanüstü kaliteli emblemata çeşitlerinin ihraç edildiği sanat merkezleri durumuna gelir. Pompei’de, özellikle de Hayvanlar Evi’nde, İskenderiyeli sanatçıların doğaya düşkünlüklerine tanıklık eden, M.Ö. II. yy’ dan kalma Nil sahnelerine rastlanır; bu sahnelerde hipopotamlar, yılanlar, kanaryalar, kuşlar ve kurbağalar, Nil vadisinin hayvan yaşamının özelliği olan bir davranışla, yabani otlar, sazlar, yapraklar ve nilüfer çiçekleri arasında hareketsiz dururlar.


İtalya, Roma fetihlerinden ve Yunanistan’ın gerilemesinden sonra, politik ve ekonomik gücüne rağmen, sanat bakımından Helenistik uygarlığın etkisi altında kalır. Böylece, Pompei üç yüzyıl boyunca resimleştirme eğilimi taşıyan eserler verir. Bunların en ünlülerinden biri, M.Ö. IV veya III. yy’a ait bir resmin kopyası olan, Büyük İskender’le Dara’nın savaşını tasvir eden mozaiktir (yaklaşık M.Ö. 80-60, Hayvanlar Evi). Arkadan görülen atın kısaltımı, mızrakların hareketi, kompozisyonun, dikkati asil kişinin bulunduğu sahnenin ortasına çeken genel çizgileri ve yapımdaki incelik bu esere duyarlılık ve dinamizm kazandırır. Hadriana villasının güvercinli mozaiği de bir başka büyük ustalık örneğidir. İçinden çok güzel bir çiçek kordonu geçen bir çerçeveyle çevrili olan panoda, fıskiyeli bir havuzun kenarlarına tünemiş, her biri farklı yükseklikte dört güvercin yer alır.

Roma Mozaiği
Roma dünyası, Pompei’de görülen bu büyük resim üslubuna tepki olarak mozaik sanatına damgasını ancak MS 1. yy’ın ilkyarısından itibaren vurur. Roma dönemi evlerinin duvarları taşı taklit eden göz aldatmalı resimler, daha sonra da şekilli bezemelerle kaplanır. Bu alacalı bulacalı duvarlarla karşılaştırıldığında zeminler, yalınlaşma eğilimi taşıyan ve bütün II. yy boyunca gelişecek olan bir üslupla, daha ağırbaşlı bir biçimde bezenmiştir. Roma mozaiği, kabartma etkisi yaratan tonlamaları reddederek siyah-beyaz bir üslup benimser. Renk yelpazesinin bilinçli yoksulluğuyla, geometrik motiflerin ağırlık taşıdığı bezemenin zenginliği karşıtlık oluşturur; sınırsız olanaklar sunan bir kombinezonla yapılan damalı bezekler, birbirinin içine geçmiş halkalar, örülmüş kurdeleler, baklavalar, üsluplaştırılmış bitkiler. Şekilli siyah nesneler artık çerçeve içine alınmayıp beyaz zeminin bezemesi içine yerleştirilir. Livius Evi’nin mozaikleri altı köşeli yıldızların çevresine yayılan üçgen damalı bezekler biçiminde işlenmiştir; Ostia’daki Neptün Hamamı’nın mozaiklerinde ise bir denizkızının üzerine sıçrayan Deniz tanrısı tasvir edilmiştir.



http://www.bluffton.edu/~sullivanm/italy/ostia/neptune.html
Mozaik Roma İmparatorluğu’nun tamamına MÖ 1. yy’dan itibaren bu görünüm altında yayılır; her eyalet bölgesel okullar geliştirir; İspanya, Güney İtalya ve Sicilya’nın duyarsız kalmadıkları bir çokrenklilik tercihinin dikkat çektiği Kuzey Avrupa’da ve daha geç tarihlerde Almanya’da, İngiltere’de (beyaz, kırmızı, kahverengiden oluşan bir üçrenklilik benimser), Dalmaçya’da ve Daçya’da. Bu sanatın beşiği olan Yunanistan, Roma etkisinde kalacak ama bezemeye destek olarak geometrik motifleri koruyacaktır.

Bizans’tan Ravenna’ya
Roma İmparatorluğu’nun Doğu Roma ve Batı Roma imparatorlukları olarak ikiye bölünmesinin (395) ardından, eski Hıristiyan ve Bizans sanatlarının geliştiği bir kargaşa dönemi gelir. Eski Hıristiyan mozaiklerinin en güzel örneklerinden biri, Roma’daki Santa Constanza Anıtmezarı’nın (350) iç duvarlarını bezer.



Ziyaret salonunun çevresini, bağ kütükleri ve üzüm salkımlarından oluşan bitkilerin ve hayvanların yer aldığı, beyaz zeminli bir bezeme dolaşır; bu bezeme İmparator Constantinus’un kızı Constanza’nın baş resimlerini içeren madalyonları kuşatır. Mozaiklerde kuşlar, hayvanlar ve Hıristiyanların simgeleri olan nesnelerle çevrili putu denen küçük aşk tanrıları da vardır. Bunlar eski Hıristiyan duvar mozaiği imgeleriyle, gerek Hıristiyan dininin özünü, gerekse politik iktidarla Kilise arasındaki son derece hiyerarşik ilişkileri yansıtır.



İtalya’daki Ravenna kentinde bulunan San Vitale Kilisesi’nin (526- 547) sunağı, zengin kıyafetler içindeki İmparator Iustinianus ve İmparatoriçe Teodora’yı kiliseye bağışlarını getirirken tasvir eden bir panoyla bezenmiştir. Yüzlerdeki canlılık, bedenlerdeki sahnenin dinsel havasını güçlendiren ayinsellikle zıtlık oluşturur.

Bizans sanatı, çok sayıda mozaiğin tahrip edildiği ikonoklazma döneminden (726-843) sonra kendine yeni bir ifade biçimi arar. XI. yy’a kadar, esas olarak dinsel bir içeriği ifade etmeye önem veren, ilkçağ gerçekçiliğinden arınmış bir üslup gelişir. Zeminler tek renklidir ve kullanılan malzemeden gelen ışık (parçalar çok ince sedef, altın veya gümüş yapraklarıyla kaplanır ve gene çok ince bir şeffaf cam hamuru katmanıyla sırlanır) bu dinselliğin ifade edilişine katkıda bulunur. Bu son derece kurallı sanatta, vurgulanan simgesel anlamdır. Böylece, Batı mantığının tersine ve tematik bağın tutarlılığına daha iyi hizmet etmek için, esas tasvirde eşanlı olarak çağdaş olmayan sahnelerin tasvir edildiği görülür. Mozaikçiler inananların eğitiminin tasvire dayandığını (Isa’nın çarmıhtan indirilmesini gösteren bazı sahneler kesin bir içtenlik taşır) unutmamakla birlikte, doğanın taklidinden kurtularak, dinsel Bizans sanatını XI. ve XII. yy’larda doruk noktasına yükselteceklerdir.



XI. yy’ın en önemli ikonografik eserleri İstanbul’daki Ayasofya, Atina yakınlarındaki Dafni, Sakız Adası’ndaki Nea Moni ve Rusya’nın Kiev kentindeki Svyatoy Sofiya gibi dinsel yapılarda bulunur.
XII. yy’ın en önemli mozaikleri İstanbul’daki Ayasofya’da, ama özellikle çevre bölgelerde (Kiev’deki Svyatoy Mihail), Sicilya’da (Cefalu, Palermo Palatina Kapellası, Monreale Kilisesi), Venedik (San Marco) ve dolaylarında (Torcello, Murano) bulunur.

http://www.buten.net/max/sicily/mosaics/index_mosaics.html

Bu merkezlerde değişik atölyeler çalışmış olduğundan, bunların her biri kendi özelliklerini ortaya koyar. Ayasofya’da mozaikçiler çizgilerden çok renklere önem verirler. Estetikle son derece ilgili olan Dafni ekibi çizgisel yumuşaklığı ve hacimlerin zarafetini öne  çıkarır. Hosios Lucas’ta daha az duygu, desende daha az esneklik vardır, ama tasvir kurallarının tamamına uyulmuştur.

Bizans Mozaik Sanatı
Roma Çağı’nda küçük parçalardan meydana gelen bir döşeme kaplama olarak ortaya çıkan mozaik Hıristiyan sanatının ilk gelişme süreci içinde M.S. 5. yüzyıldan sonra, duvar dekorasyonu için de kullanılmaya başlanmıştır. Mozaik yüzey, alçıya yakın  bir harç üzerine taş, cam, pişmiş topraktan küçük kare parçacıkların (tesserae) yapıştırılarak dizilmesiyle meydana gelir. Levha halinde altın yaldız cam üzerine yapıştırılarak yaldızlı tesserae elde edilirdi. Önceden hazırlanan bir desen üzerine elle dizilen Bizans mozaiğinin günümüzde yapılan mozaiklerinki gibi düz değil, fakat daha girintili-çıkıntılı bir yüzeyi vardır.
Bu çok renkli ve hareketli yüzey, ışık altında adeta canlanan bir niteliktedir. Mozaik parçalar çok küçük oldukları için, her türlü eğri yüzeye kaplanabilir. Malzemenin kendine özgü karakteri mozaik ressamlığında rengin büyük bir önem kazanmasına yol açmıştır. Hatta bir bakıma, geç devir empresyonist resimdeki renk tuşlarında olduğu gibi, tek bir mozaik parçasınınbile önemi olduğu söylenebilir. Bu malzeme Bizans sanatına egemen olan soyutlama eğilimi ile birleşince, iki boyutlu, derinliği reddeden ve çizgisel kimliğe bürünmüş bir resim anlayışına yol açmıştır.
İkonoklast Çağı nın Sonundan İstanbul'un Latinler Tarafından Fethine Kadar (843-1204)

Türkiye'de Bizans resmindeki yeni gelişmeler genellikle mozaik tek­niğinde uygulanmıştır ve yeniden figürlü bir resim sanatına dönüşün 9. yüzyıldan kalan örnekleri Ayasofya'dadır. Büyük kilisenin apsidinde bulunan Azize Meryem figürü ile narteksin batı duvar alınlığında bulunan ve imparator VI. Leon'u (veya IV. Mikail'i) İsa önünde diz çökmüş olarak gösteren sahne 9. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Bunların birincisin­de doğacı, ikincisinde daha stilize ve lineer (çizgisel) bir üslup görülür. Bizans ressamları bundan böyle bu lineer, üçüncü boyutu aramayan üslubu tercih edeceklerdir.


Yine Ayasofya'nın narteksinin güney girişinde bulunan ve Meryem'e Konstantinos'un İstanbul’u, lustinianos'un Ayasofya'yı sunduğunu gösteren mozaik pano bu ikinci üslubun 10. yüzyıldan kalan bir örneğidir.

Merkezî planlı küçük kiliseler­de, resimlerin ikonografik düzeninin ünlü Patrik Photius'un tesbit ettiği esaslara göre uygulandığı sanılmaktadır. Evrenin küçük bir sembolü olan kilisenin kubbesini meleklerle çevrili Isa (Pantokrator) işgal etmektedir. Apsidde Meryem, kilisenin duvarlarında, önemlerine göre sıralanmış azizler, din şehitleri, peygamberlerin portreleri ve daha nadir olarak incil'den sahneler bulunmaktadır. Bizans ortaçağ resmi mozaik tekniği üst düzeyine 11. ve 12. yüzyıllarda varmıştır. Bu çağın sanat akımlarının yaratıldığı en önemli merkez istanbul olduğu halde, belli başlı örneklerin çoğu Yunanistan'da Hosios Lukas, Chios'ta Nea Mon i ve Atina yakınında Daphni kiliselerinde ve başka ülkelerde bulunmaktadır.


Türkiye'deki uygulamaların en ilginç olanları ise yine Ayasofya'da Güney galerisinde bulunan imparator Constantin Monomakos ve Zoe'yi İsa ile (11.yüzyıl) ve aynı duvarda imparator II. Ioannes Komnenos ve karısı Irene'yi Meryem'le beraber gösteren (12. yüzyıl) sahneleridir. 12. yüzyıl resminin gerçekten üstün bir teknikle, yoğun bir iç dünyayı ifade eden örneklerinden bir diğerini, yine Ayasofya'nın Güney  galerisindeki Deesis'de (Isa, Meryem ve Vaftizci Yahya'yı beraber gösteren sahne) buluyoruz.

Bizans resmi fresko tekniğinde de önemli gelişme göster­miştir. En ilginç örnekler özellikle Balkan ülkelerinde bulunmaktadır. Türkiye'deki örnekleri ise, başkent resminden çok farklı bir üs­lupla yapılan ve Göreme, Ürgüp, Niğde bölgesindeki kaya kiliselerini süsleyen fresklerde buluyoruz. Sayısız yeraltı şapelinde ve kilisesinde, pek de iyi korunmamış bir durumda  bulunan   bu   freskler içinde teknik ve üslup açısından çağın genel estetik düzeyine yaklaşanlar vardır. Göreme'de Elmalı ve Tokatlı kiliselerin; Soğanlı'da St. Barbara şapeli'nin freskleri ve Niğde civarında Eski Gümüş'te son yıllarda ortaya çıkarılan freskler bu eyalet sanatının önemli ürünleri olarak hatırlanabilir. Özellikle Hıristiyan ikonografisi bakı­mından önemli olan bu Kapadokya resim okulu Türkler'in 12. yüz­yılda bu bölgeyi ele geçirmelerine kadar, hatta bir süre, belki ondan da sonra faaliyette bulunmuştur. Bizans resminin gerçek karakteri bu yüzyıllar arasında yaratılan eserlerde tanımlanabilir. Bu resim, insan figürü, hatta insan fizyonomisi üzerine kurulmuştur denilebilir. Bu fizyonominin dini bir ifade ile yüklü olması sanatkârların başlıca amacıdır. Genellikle insan figürü etrafına eşyalar, peyzaj veya diğer çevre elemanları, konunun ikonografik bütünlüğünü tamamlamak için konmuştur. Ve bir gerçek izlenimi vermesi söz konusu değildir. Çoğu kere soyut, altın yaldızlı bir fon bütün resim elemanlarını sarar ve gerçek izlenimi ortadan kaldırır.

Palaiologoslar Çağı Resim Sanatı
Latinlerin istilası sırasında İstanbul’da yapılmış tek bir anıtsal resim ka­lıntısı 1970'li yılların başında Kalenderhane Camisi'nin yanında toprak altında kalmış bir şapelde bulunmuştur (bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nde). Çok kötü durumda olan bu resimler İtalyan azizi San Françesko'nun hayatına aittir. 13. yüzyıldan kalan en önemli Bizans resmi örnekleri ise Karadeniz sahillerindeki Küçük Bizans Devleti'nin merkezi olan Trabzon'da Ayasofya Kilisesi'nin duvar freskleridir. 1260 yıllarında yapılmış olan bu freskler oldukça iyi korunmuş durumdadır. Ve Bizans resminin Palaiologoslar Çağı'ndaki gelişmesinin erken bir basamağı olarak kabul edilir, İstanbul’da Aya Eufemia Martiryonu'nu süsleyen freskler de 13. yüzyıl sonunda yapılmışlardır. Fakat Palaiologoslar Devri Rönesansı olarak bilinen ve Bizans resminde gerçekten büyük bir yaratıcı hamleye işaret eden eserler İstanbul’u Fethiye ve Kariye camilerindeki geç devir eklerini süsleyen fresk ve mozaiklerdir.

Pammakaristos Kilisesi'ne (Fethiye Camisi) 1310'da eklenen küçük yan şapelin (parekklesion) kubbesi Isa ve on iki peygamber, kilise apsidi Deesis sahneleriyle süslüdür. Bunlarda klasik Bizans resminin katı şekilciliğinden kurtulmuş, biraz da romantik yeni bir anlayış görülmektedir.
 Chora Manastırı'nın (Kariye Camisi) 1315'de büyük bir memur olan Teodoros Metokites tarafından yaptırılan dekorasyonu Türkiye'deki Bizans resminin en son ve büyük yaratmasıdır. Chora Manastırı Kilisesi 6. yüzyıldan beri var olan, fakat 11 veya 12. yüzyılda yeniden yapılmış, 14. yüzyılda da Metokites tarafından bir dış narteks ve bir mezar şapeli ile genişletilmiş küçük bir kilisedir. Günümüze ulaşan resimli dekorasyon iç ve dış narteksler ile mezar şapelindedir. Narteksler mozaik, şapel ise freskli bir dekorla süslenmiştir.


Ele alınan konular çeşitlidir. Nartekslerde isa'nın çarmıha gerilmeden önceki hayatı ile Meryem'in hayatı esas konu olarak alınmış, dikdörtgen planlı mezar şapelinde ise Tevrat'tan çeşitli sahnelerin yanı sıra, kubbede Son Hüküm, Mahşer Günü ve apsidde Anastasis (Yeniden Diriliş) sahneleri işlenmiştir. Bu zengin resimli bezeme, mimarinin varlığını unut­turan bir yoğunluktadır.

Bizans resminde, bu çağdan kalan başka örneklerde de görüldüğü gi­bi, geçmişteki iki boyutluluğu aşan ve perspektifi tam kullanamamakla beraber, bir derinlik hissi verecek düzeni ve renkleri kullanma eğilimi ortaya çıkmaktadır. İnsan figürleri plastik, hareketli, hatta biraz sinirlidir. Genellikle bütün eşyalar ve figürler uzar ve incelirler; hatta bazı figürlere ünlü İspanyol barok ressamı El Greco'nun öncüsü olarak bakılabilir. Has­sas ve heyecanlı bir ruh halinin egemen olduğu bu son Bizans resimlerin­de, özellikle Kariye Camisi'nde mezar şapelinin apsidinde, İsa'yı, kurta­rıcı bir jestle mezarlardan Adem'le Havva'yı çıkarırken gösteren Anasta­sis; onun altında dizilmiş kilise büyükleri ve Meryem'le İsa’nın değişik portreleri Avrupa resminin Rönesans'tan önce vardığı aşamanın paralelin­de ya da üstünde gerçek bir figürasyona yöneliş enerjisiyle karşımıza çı­karlar. Kırmızı ve mavi tonların egemen olduğu mozaik dekorun ilginç portreleri içinde dış narteks kapısı üzerindeki Pantokrator, iç nartekste Deesis özellikle belirtilebilir.
Bu geç Bizans resminin klasik çağın katı dogmacılığından kurtuluşu, bazı sanat tarihçilerince o sırada yeniden güçlenen antik ruhun etkisi sonu­cu olarak yorumlanmıştır.
Çağlar Boyunca Türkiye Sanatının Ana Hatları
Anadolu/ Yunan ve Roma Çağı Sanatı, Doğan Kuban , Remzi

Bizanslıların büyük ustalığından etkilenen yabancı hükümdarlar onları ülkelerine çağırırlar. Kudüs’te, halifeler Kubbetüssahra’nın (700’e doğru) ve Şam’daki Ulu Cami’nin (715’e doğru) bezemelerini Bizanslı mozaikçilere sipariş ederler. Charlemagne Aachen’deki sarayını mozaikle bezetir. XII. - XIII. yy’larda papalar Roma’daki Santa Maria in Trastevere’nin (1295) absidindekiler gibi yeni temaları ilk dönem Hıristiyan motifleriyle birleştiren ikonografik programlara destek olurlar. XV. yy’da Ghirlandaio Floransa vaftizhanesinin, Cebrail’in Meryem’e Isa’ya gebe kalacağını bildirdiği sahneyi tasvir eden, Kuatroçento üslubunda bir mozaikle bezeyecektir. Giorgio Vasari bu tasvirin, türün modern ustalarının daha iyisini yapamadıkları bir güzellikte olduğunu söyleyecektir Ayrıca mozaiğin resmin yüce bir biçimi, sonsuzluk içine yazılmış bir resim olduğunu belirtecektir. Bu sırada İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi (1453) Bizans sanatının, dolayısıyla mozaik sanatının (son parlak örnekleri Palaiologoslar dönem bugünkü Kariye Müzesi’ndedir) gerileme sürecini başlatan Mozaik sanatı XIX. yy’da, özellikle Londra (Parlamento b:1840-1365) ve Paris’teki (Sacre-Coeur 1875-1914; Grand Palais 1899) birkaç girişimle yeniden belli bir saygınlık kazanacaktır.

XX.Yüzyılda Mozaik
Ar Nuvo, sonra Ar Deko mozaiği bezeme dağarlarına sokmuş olmakla birlikte, XX yy sanatçıları mozaikle çok az ilgilenmişlerdir. Kuşkusuz Meksika’da duvar resmi sanatının öncüsü Diego Rivera mozaiği zaman zaman duvar resmine tercih eder (İsyancılar Tiyatrosu, Mexico); İtalya’da fütürist Cino Severini, ardından Fransa’da Chagall ve özellikle Fernand Léger de mozaik sanatıyla uğraşırlar Léger Notre-Dame d’Assy’nin (1945) cephesi için bir bezeme gerçekleştirdikten sonra, Al fortville’deki Caz de France’a ait kokkömürü fabrikasını (1955), gözde konusu işçi dünyasını tasvir ettiği mozaiklerle bezer. Ama mozaik, metro koridorları veya sosyal konutların cepheleri için hazırladıkları projeleri, çoğunlukla gerçek mozaikçilerden çok mozaik döşeyicilerinden oluşan ekiplerin eline teslim eden sanatçılar tarafından giderek daha az uygulanmaktadır. Çoğunlukla fabrikalarda üretilen ve giderek büyüyen küpler, soyut hatta minimal kompozisyonlara elverişlidir: l974’te plastik sanatçı Jean-Pierre Raynaud La Celle-Saint-Cloud’dski evi için, tamamen beyaz mozaikle kaplı bir mekân tasarlamıştır geleneksel mozaikte altın ilahi ışığın ifadesiyken, burada seramiğin lekesiz ve kaygan yüzey üzerinde kırılarak zihinsel bir evren, hiçbir şeyin yazılı olmadığı ve her şeyin yazılabileceği boş bir sayfa yaratan tek başına ışıktır.
Türkiye’de ise Bedri Rahmi Eyüboğlu yapı cephelerine uyguladığı büyük mozaik panolarla XX. yy’da bu sanatın önde gelen çağdaş temsilcisi olmuştur Axis 2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder