Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Türk Resminin Son On Yılının Eleştirel Portresi - Hasan Bülent Kahraman


Türk resminin on yıl önce yapılan hiç bir değerlendirmesi, onun bugün sağladığı gelişmeyi, ortaya koyduğu ciddi ve köklü atılım, içine girdiği kurumlaşmayı öngörmüyordu. 

Sanat toplumbiliminin temel çelişkisi de zaten budur. Elindeki veriler ne ölçüde gelişmiş ve ayrıntılı olsa da, bu bilim dalı yaşanacakları belirlemeye değil, ancak yaşananları değerlendirmeye yeter. 

Bu nedenle, Türk resminin son on yılını ele alır ve tartışırken, elbette onu doğuran ve besleyen toplumsal, toplumbilimsel, iktisadi koşullara gidilecektir, elbette onların nesnel olanaklarından yararlanılacaktır, fakat, bunların hiç birisi, bu sanatsal üretim alanının yaşadığı çok katlı, çok değişkenli ve bileşenlerine ayrılması güç olan gelişme özelliklerini kesin bir dille ve somutlayarak çözümlemeye, bugün bile yetmeyecektir. Yapılan her değerlendirme, sonuçta belli bir öznelliğin damıtılması olacaktır!..

Gene de bir çözümleme denemesi yapılmalıdır ve Türk resmi bunu çoktan haketmiştir. 

Bu işe girişirken galiba ilk elde sorulması gereken soru, bu resmin böylesi bir birikim ve atak yapmasını olanaklı kılan öğelerin, koşulların ve ilkelerin neler olduklarıdır.

Eğer sanat toplumbiliminin bile yaşanan gelişmeleri çözümlemekte ve açıklamakta yetersiz kaldığından söz açılıyorsa, bu soru herhalde daha da çok önem kazanmaktadır. 

Öyleyse sorunu Türk burjuvazisi ve Cumhuriyet döneminin temel yaklaşımlarıyla birlikte, onlarla bütünleşmiş bir biçimde ele almakta hiç bir sakınca yoktur.

Son on yılın iktisadi ve toplumsal coğrafyası düşünüldüğünde göze en çok çarpan şey, hep ve her zaman, sermayenin uluslararasılaşması, belirleyici teknolojinin ülkeye günü gününe aktarılması (transferi) ve onların belirlediği insan yapısı, bir başka ve daha kapsamlı değişle, "o" teknolojilerin belirlediği ideolojik yönelimler olmuştur.

En temel özellikleriyle söylemek gerekirse bu, insan belleğini yıkamaya çalışan, kendisini, onu içinde bulunduğu güne getiren geçmişinden koparmaya çalışan, yeni bir yüz, yeni bir kimlik kazanmak isteyen insandır.

Bu insan, seksenli yılların getirdiği ve önümüze diktiği yeni sancıları çeken ve yeni doğumlara gebe bu insan tipi, vurguladığım özellikleriyle de Cumhuriyet'in getirdiği kültür coğrafyasının ve ikliminin içinde en çok yakınılan hususlara adeta kafa tutmaktadır.

Cumhuriyet, yarattığı o meşum ve meşhur bellek yırtılmasıyla, geçmişini yadsıyan ama bundan da yakınan bir insan tipini ayakları üstüne dikmişti ve o kültürün toprağında yetişen ürünler de bu "modernist" mantığın nereye oturtulacağı bilinmeyen çabalarıydı.

1980'lere gelinceye değin bir türlü vazgeçilemeyen figür resmini doğuran ana etmen de budur, arada bir ayrık otu gibi biten o "abstre" resim çıkışlarının toplu bir yadsımayla karşılaşmasının nedeni de budur.

Fakat bu "serüvenin" hiç de öyle kısa ömürlü olduğu düşünülmesin ve sanılmasın; çünkü, kuşaklar boyunca, on yıllar boyunca ülkenin bu alandaki birikimini ve deneyimini yansıtan kişiler Batı'ya, kendileri olarak gitmiş, gene kendileri olarak dönmüşlerdir. Yaptıkları iki şeyden birisi hep aynı atölyelere, hep aynı hocalara devam etmek, öteki dünyada olup bitenleri izlememektir!..

Bu alışkanlıkların yarattığı nedenlerle de toplum, kendisini arama sürecinde, yani 1980'lerin ortalarına dek gelen Cumhuriyet döneminde, önüne koyulmuş resmi kimliğe ve resmi kültür politikasına karşı direnirken, tıpkı kendi alıştığı aile çevresinin dışına çıkamayan, henüz erginleşmemiş, oedipal ve   elektral aşamamış bir çocuk gibi, ancak ve ancak kendisinden olana, kendisine ait kokular ve renkler, tatlar ve hazlar taşıyana açık olmuştur.

Tercihler kesin, tavırlar yalın, tutumlar açıktı: Bizden ya da değil!..

İşte, acaba ne olmuştur da, son on yılın içinde toplum ve onun sanatsal üretimle içiçe geçmiş kesimi adeta kendisini yadsımak istercesine o güne değin hiç benimsemediği, kendisine hiç yakın hissetmediği yönelimlere kucak açmıştır?

Yanıtı yukarıda bir nebze verildi, bir kez daha yinelensin. Dünyanın yaşadığı küreselleşme çabası içinde, bir yandan merkez-çevre ilişkileri arasındaki gerilim, çevredeki ulusların kendilerine özgü komplekslerinden arınmasını getirmiş, bir yandan da merkezin ürettiklerine kayıtsız kalınarak, onları yok sayarak bir yere varılamayacağını anlatmış ve öğretmiştir. 

O güne değin yalnızca kendi "kapalı" ekonomik dünyasının koşullarıyla yetinen, kendi kısıtlı ilişkiler dünyasının boyutlarını benimseyen burjuvazi, çevredeki konumundan memnun ve meşrur bir yaşam sürdürürken, birdenbire içine atıldığı merkezin dilini konuşmak zorunda kalınca ve öfkesinin yalazlarını ancak o dünyanın bir bireyi olursa söndürebileceğini öğrenince, elbette "bizden/değil" ayrımını da aşacaktı. 

O dönemin insanı için yeni bir yüz edinmenin yolu da, yeni bir resim anlayışını benimsemekten geçecektir. 

Figür resminin ardarda gelen kuşaklar tarafından izlenmesine 1960'larda son verilmesinin ilk ve birincil nedeni budur!..

İkincisi, burjuvazi sermayenin ve teknolojinin ivmesini yaşamaktan kendisini alıkoymamış, bu hızın yarattığı karmaşanın resimle bütünleşmesini de istemiş ve özlemiştir.

Böylece yanına varılmayan soyut resim önemsenmiş, insanın etine batan "enstalasyonlar" benimsenmiş, akla hayale gelmeyen kavramsal çıkışlara destek verilmiştir.

Eğer Cumhuriyet'in kültürü "bir medeniyet krizi"nden doğmuşsa, son on yılın resmi de bir benlik ve kişilik arayışından doğmuştur. Bu resim, Türk kültür tarihinin şizoid yapısının bir dışavurumudur ve bununla da övünmelidir. Çünkü, bir iki örnek dışında, ne edebiyat bu onura erişmiştir, ne de bir başka sanatsal etkinlik alanı!..

Ama son on yılın, renk çığlıkları ve haykıran insan suratları arasında yazılan dışavurumcu tarihini de hiç kimse yadırgamasın ve onun gökten zembille inmiş, bir rastlantı olduğunu sakın düşünmesin. 

On yılın başlangıcında yeralan dışavurumculuğun yırtılmış kişilik, benlik ve bilinç "durumu" bizim yerbilimimize hiç uzak değildir, ona yakındır!..

Eğer dışavurumculuğun her şeye karşın o modernist söylevi, bir dünyanın kırılma noktasındaki son çırpınış olmuşsa ve bünyesinde Cumhuriyet modernizminin geçmişle yüzyüze gelmek istemeyen dokusundan bir şeyler barındırmışsa, onun hemen ardından gelen ve çoğulculuğun perçinlediği arayışlar ve onların yükselttiği söylevler de postmodernizmin bağrına yerleşmişlerdir. Böylece son on yılda, figür resmi giderek artan bir hızla gerilemiş ya da geriye çekilmiştir; hiç değilse değişmeye başlamıştır.

Şimdi, simgesini "kolaj"da, "asamblaj"da bulan, daha çok kavramsalcı niteliklerle içiçe geçmiş, yaşamın tümelliğini kavramayı ve sorgulamayı amaçlayan bir bütüncül gelişme söz konusudur. 

Tam da bu noktada ortaya çıkan, Türk resminin son on yılındaki bu türden gelişmeleriyle atbaşı giden, bazen ona egemen olan, belki olması da gereken bir nokta da, Batı'nın son çeyreğinde çokça tartıştığı bir başka sorunsal, sanat yapıtının bir bilgi türü, bir bilgi öğesi olup olmadığına yönelik tartışmadır.

Türk resminin, dar ve tümüyle kendisine özgü koşullarından türeyen, figüratif yaklaşımdan kaynaklanan kısıtlamaları aşan, çoğulcu bir anlayışın izlerini taşıyan yeni yönelimleri, beraberinde bu sorunu getirmiştir. Estetiğin sorgulaması gereken temel ilkelerin ve kavramların sorgulandığı, estetiğin sorması gereken soruları soran, onun vermesi gereken yanıtları veren bu yeni görüntüyü (perspektif) temel verilerini Batı estetiğinde bulmaktadır. 

Bugün belli felsefecilerin temel yapıtlarına dayanan, dilbilimle, göstergebilimle, yapısalcılıkla, yorumbilgisiyle, bu alanların önde gelen iri-yarı çalışmalarıyla, onların temel vurgulamalarıyla içiçe geçmiş bir söylev, kendisini Türkiye'de de kavramsalcı yaklaşımların dolaylarında kalarak göstermektedir.

Ne var ki, o estetiğin ana ilkelerini oluşturan en belirleyici öğe Batı metafiziğidir.

O metafizik, bir yandan Batı estetiğinin ana kurallarını koymuş, ana kurumlarını oluşturmuştur, bir yandan da kendisi ancak ikili karşıtlıkların (binary opposites) ikilemleri (dualities) arasında sıkışarak, onların (bir noktadan sonra) eytişimsel (dialectic) de olmayan çatışmalarıyla var etmiştir.

Bir kavramla öteki arasında birisinin "lehine" tavır alan bu yaklaşım beraberinde, ne yazık ki, totaliter bir yaklaşımı da getirmiştir. 

Şimdi, Batı'lı toplumlar, ürettikleri düşünce dizgesi (sistemi) içinde bunu aşmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla burada sorulması gereken soru, Türkiye toplumunun ürettiği resmin arkasında böylesi bir yaklaşımı temellendirmeye yetecek birikimin bulunup bulunmadığıdır. Bir başka deyişle resmi bir bilgi öğesi olarak gören ve değerlendiren yaklaşım, onu bütün boyutlarıyla temellendirecek bir bilince, Batı estetiğini ve metafiziğini kuşatan bir donanıma acaba sahip midir?

Bu nedenle, şimdi Türkiye'de üretilen resmin kendisini, Batı estetiğinin temel kuramlarına, ilke ve koşullarına göndermeler yaparak kendisini yeni bir aşamaya taşımak istemesi, kuşkusuz verimli, ama iç çelişkilerini de barındıracak bir yaklaşımdır. 

Bundan da çekinmemek gerekir.

Çünkü, Türk resmi, ister el yordamıyla deyiniz, ister bilinçle ve iradeyle deyiniz, eğer figüratif bir söylevi bile transavangardizmin çerçevesi içine yerleştirmeyi başarmışsa kanatlarının altında kendisini daha "hür ufuklara" taşıyacak bir gücü de saklıyor demektir. 

Kendisini 1980'lere taşıyan genel çizgiyi hiç duraksamadan ve hiç bir komplekse kapılmadan, neredeyse bir çırpıda denilecek biçimde aşmasını bilen bir gizilgüç (potansiyel) onu belki daha da kısalan bir sürede yeni yaklaşımlarla, kendisine daha da güvenen bir kimlik içinde bütünleştirecektir. 

Böylelikle, bir yandan Batı metafiziği ile, onun zemininde yüzleşmek ve hesaplaşmak olanağını bulacak, bir yandan da, kendi özgül üretimini bir yeni ve güçlü başlangıç olarak ortaya koyacaktır. Şimdi Türk resmi, bir büyük bireşimin (sentezin) başlangıç noktasında durmaktadır. 

Küreselleşen, merkez-çevre ilişkilerini yeni bir boyuta taşıyan, yerel duyarlılıklara ve özgün kimliklere daha farklı açılardan bakan, kendi kuraklığında bunalmış bir dünyada Türk resmi yalnız kendisi için değil, evrensellik için de bir umut kaynağıdır.

İşin sevindirici yanı, onun da bunu bilmesi, daha önemlisi de yapabilmesidir.


Türk Resminin Son On Yılının Eleştirel Portresi, Urart Sanat Galerileri 1992, s. 6-11


Eczacıbaşı Sanal Müze

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder